İlk tablo, sanatla yoğrulan bir ömrün başlangıcına tanıklık ediyor

Atölyesindeki iki eser arasında geçen yıllara bakan Semire Erdem, çocuklukta atılan ilk fırça darbesinin bugün hâlâ üretiminin yönünü belirlediğini söylüyor. Erdem’in ilk tablosu, adeta sanatla yoğrulan bir ömrün başlangıcına tanıklık ediyor.

Haber Giriş Tarihi: 16.12.2025 12:53
Haber Güncellenme Tarihi: 16.12.2025 12:53

Kültür Sanat Çarşısı’ndaki küçük bir atölyede, duvara yaslanmış iki eser dikkat çekiyor. Aralarında neredeyse kırk yıl var. Biri, Semire Erdem’in henüz çocukken yaptığı ve sanatla kurduğu bağın ilk izini taşıyan tablo, diğeri ise yakın tarihin en büyük acılarından birine tanıklık eden deprem temalı çalışma. Bu iki eser, sanatçının yaşamının ve üretiminin sessiz hafızası olarak aynı mekânda buluşuyor.

Semire Erdem, sanata adım attığında yıl 1985’ti. Henüz 13 yaşındaydı ve elindeki imkânlar sınırlıydı. Tuvalini kendi hazırladı, yağlı boya ile çalıştı, boyanın kurumasını bekleyerek günler süren bir emekle ilk eserini tamamladı. O tablo, yalnızca bir resim değil, Erdem’in sanatla kurduğu ilişkinin başlangıç noktası oldu. Dönemin usta sanatçıları tarafından dikkatle incelenen çalışma, genç yaşına rağmen sergilediği ifade gücüyle takdir topladı.

Aradan geçen yıllar, Hataylı Erdem’in üretim alanlarını genişletti. Resmin yanı sıra seramik ve heykel çalışmalarına yönelen sanatçı, özellikle Süleyman Erbek’in atölyesinde kazandığı deneyimlerle heykel sanatında kendine özgü bir dil oluşturdu. Bugün eserleri farklı mekânlarda sanatseverlerle buluşurken, Erdem resimle olan bağını hiç koparmadı.

Erdem’in atölyesinde en çok ilgi çeken eserlerden biri 1985 tarihli ilk tablosu. Zaman zaman sanatseverlerden bu çalışmayı satın almak isteyenler olduğunu belirten Erdem, bu eserin kendisi için maddi bir karşılığı olmadığını söylüyor. “Bu tablo bana nereden başladığımı hatırlatıyor” diyen sanatçı, ilk eserini satmayı hiçbir zaman düşünmediğini vurguluyor.

Semire Erdem’in ilk tablosu, bugün bir duvarda asılı duran sıradan bir resimden çok daha fazlası. O eser, bir sanatçının çocukluk hayalinden bugüne uzanan yolculuğunu, emeğin zamana direnişini ve sanatla kurulan uzun soluklu bir bağın hikâyesini anlatmayı sürdürüyor.

Sanatçının atölyesinde yer alan son dönem çalışmaları ise yaşanan büyük depremin izlerini taşıyor. Erdem, bu eserlerinde yalnızca yıkımı değil, yeniden ayağa kalkma iradesini ve Antakya’nın bir arada yaşama kültürüne duyduğu inancı anlatmayı hedeflediğini dile getiriyor.

Erdem, kendisine göre sanatın yaşanan acıyı görünür kılmanın yanı sıra, umudu da canlı tutmanın bir yolu olduğunu ifade ediyor.