Aylardır Türkiye ekonomide büyürken, piyasayı altüst eden kasıtlı yangına karşı alınacak önlemleri düşünürken zihnimdeki Zaman Tüneli’den 1929 Dünya Ekonomik Krizine ışınlandım. Karşıma kurtuluş reçetesi olarak hep Devletçilik çıktı…
EKONOMİK SİSTEMLER
Çağımızda insanları daha mutlu yaşam koşullarına kavuşturmak için, devletler ekonomiye ağırlık vermiş, çeşitli yöntemleri uygulayarak verimi arttırma yollarını aramışlardır. Bugün uygulanan yöntemleri kısaca görelim:( Mumcu- Su: 1981, s.266-267)
1-LİBERALİZM: Bu tür ekonomilerde üretim için gerekli olan sermaye, üretim etkinliği ve üretilen malların dağıtımı, tümüyle bireylere bıtakılmıştır. Devlet bu işlerle uğraşmaz. Devletin görevi yurdu savunmak, eğitim işlerini düzenlemek, adalet dağıtmak gibi alanlarda kalmalıdır. Devlet, ancak büyük bunalımlarda ekonomik yaşama girmeli, bunalım geçince çekilmelidir. Büyük ekonomik güce sahip olan kapitalist ülkeler, liberal görüşü uygulayarak bugüne gelmişlerdir.
2-SOSYALİZM: Bu yöntemi uygulayan ülkelerde hem sermaye, hem üretim doğrudan doğruya devletçe sağlanır. Kişilerin üretim araçlarına sahip olmaları yasaktır. Devlet her şeyin sahibidir. Bütün ekonomik yaşam, devletin öngördüğü
Şekilde düzenlenir. Malların dağıtımını da devlet yapar. Bazı ülkeler temelde bu görüşü benimsemişlerdir.
3-ILIMLI SİSTEMLER: Dünyanın hızla değişen koşulları hem Liberalizmin, hem de Sosyalizmin katıksız bir biçimde işlemeyeceğini göstermiştir. Bu nedenle Liberal rejimlerin bazılarında devlet ekonomik yaşama artan ölçüde girerken, Sosyalist sistemde de yumuşamalar göze çarpmaktadır.
DEVLETÇİLİK, temel anlamıyla devletin ekonomik yaşamın içine girmesidir. Ama bu yapılırken Sosyalist model benimsenmez. Elinde sermayesi olan vatandaşlar, birkaç alan dışında diledikleri biçimde üretime katılabilirler. Devlet bunlaraengel olmadığı gibi, üstelik gereken önlemleri alarak işlerini kolaylaştırır, bireyleri üretim ve ticaret işlerine özendirir.
1929 EKONMİK KRİZİNDE ATATÜRK NE YAPTI?
Genç Türkiye Cumhuriyeti, devrim hareketleri ile dünyaya parmak ısırtıp, siyasî alanda önemli bir güç olmaya başlarken; ABD’de başlayan Ekonomik Kriz, dalga dalga yayılıp dünyayı kasıp kavurmaya başlar. Atatürk bu fırtınadan kurtulmak için iyi yetişmiş ekonomistleri ünlü sofrasına davet eder. O tarihte tutuklanıp, yargılanan komünistler arasında Şevket Süreyya Aydemir ve arkadaşları gibi önemli aydınlar da var. Atatürk bu fırtınayı atlatmak ve zayıf ekonomiyi bir raya oturtmak için, ideolojileri bir kenara iterek, aydınları İstanbul’a getirtir.(Aydemir; 1976,s.400>) Farklı görüşte olan aydınlara“Herkes dağarcığında ne varsa ortaya dökecek!” diyerek krizi fırsata dönüştürmeye çalışır.
“Hangi memleket çocuklarına, bizim kadar muhtaçtı?..”( Aydemir; 1976, s.409) diyen Aydemir, krizden kurtuluşun çaresini şöyle belirtir: “Dünya küçülürken aktif olarak büyümek, iyi fırsattır. Kısacası Batı tekniğinden ayrılmamak, ondan yararlanarak onun seviyesine ulaşmak için, liberal bir gelişme ümidinin uyuşturucu etkisinden çıkmak, kurtulmak lazımdı. Bu sistemin bizde bir gelişme şansı yoktu, çünkü bu sisteme katılmak için geç kalmıştık. Şimdi öyle bir noktaya varmıştık ki, önümüzde ancak iki yol vardı:
1-Manevî bakımdan Türk İnkılâbının heyecanını harekete getirmek.
2-Maddî bakımdan, hem millî gücü seferber etmek, hem dünya krizinin sudan ucuz hale düşürdüğü teknik araçları ve personeli vadeli olarak çekerek, kendi teknik gelişmemizi sağlamak.”
Millî İktisat faaliyetlerinin başlıca cephelerinin işleyiş şekli ayrı ayrı ele alınarak, sonunda “Devletçilik esasına dayanan bir millî ekonomi” sistemi oluşturuldu. ( Aydemir;1976, s.424-425)
ATATÜRK’ÜN DEVLETÇİLİK ANLAYIŞI
Kurtuluş Savaşı’nın ardında, KuruluşSavaşına başlayan Atatürk, yerli ve yabancı uzmanların kendisine önerdikleri Liberalizmi ve Sosyalizmi uzun çalışma ve tartışmalardan sonra reddederek, gerice ülkelerin gereksinmelerine özgü bir üçüncü kalkınma yolunu ve yöntemini saptadı. Bu anlayış ilk kaynağını, Kurtuluş Savaşı’nın dayanağı Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarından alır. (Turhan; 1981, s.15) O’na göre bize uygun olan, “Mutedil(ılımlı) Devletçilik” diye adlandırdığı ve farklı görüşteki aydınlarla oluşturduğu, Türkiye’ye özgü bir ekonomik sistemdir.(Aysan; 1981, s.156)
Devletçiliğe yönelen Atatürk, dünyayı sarsan krizden ideolojik, siyasî farklılıkları bir kenara iterek, önceliği ekonomiye verdi. Böylece genç devlet fazla sarsılmadan, ard arda ekonominin her alanında önemli atılımlar gerçekleştirdi. Türkiye’nin Plânlı Kalkınma Dönemi başlayınca Avrupa’ya gönderilen ekonomistler, batık şirketleri gezerek -devlet hazinesinden- birçok fabrika ve makineyi satın aldılar. Bunlar Türk Sanayii’nin öncüsü oldular.
Atatürk’ün devletçilik anlayışı şu gerekçelere dayanmaktadır: .(Cevizoğlu; 1973,s.54-55)
-Milletin gönenç (refah) ve mutluluğunu hedef tutan devletin, vatandaşların yaşamı, geleceği ve gönenci ie ilgilenmek zorunda olması.
-Türk milletinin gelenekleri gereği, her şeyin devletten beklenmesi.
-Ekonomik etkinliklerin hem kişi ve grupları, hem de tüm milleti ilgilendirmesi. Buna karşın milletin çoğunun veya tümünün yararına olan herhangi bir ekonomik etkinliğin kâr azlığı nedeniyle, kişi veya gruplara ilginç gelmeyebileceği.
-Toplum içinde yaşayan her bireyin kişisel çıkarları yanında, kamu çıkarlarından da yararlandığı.
-Türkiye’nin genç bir devlet olması nedeniyle yapılması gereken çok şeylerin bulunduğu, bunların çabuk yapılabilmesi için özel sektörün harekete geçmesini beklemenin zaman kaybına yol açacağı düşüncesi.
Atatürk’ün Devletçilik İlkesinin özellikleri şöyle özetlenebilir: (Afetinan; 1969, s.16-19/ Aysan : s.163)
-Kişisel girişimin korunması ve desteklenmesi, demokratik rejim içinde kalkınmanın bir koşuludur.
-Ekonomik kalkınmanın temelinde, kişisel girişim ve çıkarın bulunması, doğal olmakla birlikte, devlet denetim ve doğrudan yatırımlarla kişisel girişimi desteklemeli ve ona yön vermelidir.
-Devletin ekonomiyi denetlemesi ve yönlendirmesi faaliyetleri, kişisel girişimi engelleme noktasına gelmemeli, hükûmetler bu tehlikeyi önlemelidir.
-Devletin ekonomik alanda doğrudan yatırımı yapması için, o alanda kişisel girişimin, sermaye ve yönetim gücü açısından yetersiz olması, sermaye ve yönetim gücü yeterli olsa bile tekel gücüne sahip olması tehlikesinin var olması gereklidir.
Kişisel girişimin yeterli sermaye ve yönetim gücüne sahip olduğu ve alanın rekabete açık olduğu durumlarda, devletin o alana doğrudan yatırımlarla girmesi gerekli değildir.
Bu koşullar ekonomide zaman içinde değişeceği için, devletin doğrudan yatırım yapacağı alanları belirtmek ve zaman zaman bu alanlarda değişiklik yapmak, hükûmetlerin temel görevi olmalıdır.
Atatürk’ün belirttiği anlamda devletçilik, girişim alanlarında özel sektöre ve kamu sektörüne paralel fonksiyonlar tanıyan k a r m a bir modeldi, bir orta yoldu. Modelin iki sektörü ayıran belirli bir sınırı yoktu. Sınır çizgisi koşullara bağlı olarak iki taraftan birine kaydırılabilecekti. Ancak özel sektör çalışmalarının yetersiz kaldığı durumlarda, devlet girişimci durumuna geçebilecekti.
Atatürk’ün devletçilik ilkesi, II.Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine tümüyle uygulanamadı. Savaştan sonra amaca uygun ve Türkiye’nin gerçeklerine göre uygulanmayıp, siyaset aracı yapıldı. Özel ve kamu sektörleri arasındaki denge bozuldu.
Atatürk’ün devletçilik ilkesi -duruma göre esnetilerek- Türkiye’yi ekonomik yönden kalkındıracaktır, yeter ki gerektiği gibi uygulanabilsin.(Ergin; 1978,s.195) Mevcut KİT’ler siyasilerin çiftliği; piyasada öncü rolü oynayan Vahşi Kapitalizmin eseri olan Marketler de başkalarının oyuncağı olmasın… Devlet anında piyasaya müdahalede öncelikle perakende yasasını çıkarsın. O zaman büyüyen devletle birlikte, her yerde fışkırmaya başlayan enerji kaynakları ile piyasa da rahatlar, Cumhuriyet’in 100.yılını 10.yılın dinamizmi ve birlik ruhuyla kutlarız.
KAYNAKÇA
K.Atatürk Diyor ki : Varlık yayınları, 1966, s.52,
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Ayten Başabaş Dirier
EKONOMİK YANGIN DEVLETÇİLİK İLE SÖNDÜRÜLEBİLİR
Aylardır Türkiye ekonomide büyürken, piyasayı altüst eden kasıtlı yangına karşı alınacak önlemleri düşünürken zihnimdeki Zaman Tüneli’den 1929 Dünya Ekonomik Krizine ışınlandım. Karşıma kurtuluş reçetesi olarak hep Devletçilik çıktı…
EKONOMİK SİSTEMLER
Çağımızda insanları daha mutlu yaşam koşullarına kavuşturmak için, devletler ekonomiye ağırlık vermiş, çeşitli yöntemleri uygulayarak verimi arttırma yollarını aramışlardır. Bugün uygulanan yöntemleri kısaca görelim:( Mumcu- Su: 1981, s.266-267)
1-LİBERALİZM: Bu tür ekonomilerde üretim için gerekli olan sermaye, üretim etkinliği ve üretilen malların dağıtımı, tümüyle bireylere bıtakılmıştır. Devlet bu işlerle uğraşmaz. Devletin görevi yurdu savunmak, eğitim işlerini düzenlemek, adalet dağıtmak gibi alanlarda kalmalıdır. Devlet, ancak büyük bunalımlarda ekonomik yaşama girmeli, bunalım geçince çekilmelidir. Büyük ekonomik güce sahip olan kapitalist ülkeler, liberal görüşü uygulayarak bugüne gelmişlerdir.
2-SOSYALİZM: Bu yöntemi uygulayan ülkelerde hem sermaye, hem üretim doğrudan doğruya devletçe sağlanır. Kişilerin üretim araçlarına sahip olmaları yasaktır. Devlet her şeyin sahibidir. Bütün ekonomik yaşam, devletin öngördüğü
Şekilde düzenlenir. Malların dağıtımını da devlet yapar. Bazı ülkeler temelde bu görüşü benimsemişlerdir.
3-ILIMLI SİSTEMLER: Dünyanın hızla değişen koşulları hem Liberalizmin, hem de Sosyalizmin katıksız bir biçimde işlemeyeceğini göstermiştir. Bu nedenle Liberal rejimlerin bazılarında devlet ekonomik yaşama artan ölçüde girerken, Sosyalist sistemde de yumuşamalar göze çarpmaktadır.
DEVLETÇİLİK, temel anlamıyla devletin ekonomik yaşamın içine girmesidir. Ama bu yapılırken Sosyalist model benimsenmez. Elinde sermayesi olan vatandaşlar, birkaç alan dışında diledikleri biçimde üretime katılabilirler. Devlet bunlara engel olmadığı gibi, üstelik gereken önlemleri alarak işlerini kolaylaştırır, bireyleri üretim ve ticaret işlerine özendirir.
1929 EKONMİK KRİZİNDE ATATÜRK NE YAPTI?
Genç Türkiye Cumhuriyeti, devrim hareketleri ile dünyaya parmak ısırtıp, siyasî alanda önemli bir güç olmaya başlarken; ABD’de başlayan Ekonomik Kriz, dalga dalga yayılıp dünyayı kasıp kavurmaya başlar. Atatürk bu fırtınadan kurtulmak için iyi yetişmiş ekonomistleri ünlü sofrasına davet eder. O tarihte tutuklanıp, yargılanan komünistler arasında Şevket Süreyya Aydemir ve arkadaşları gibi önemli aydınlar da var. Atatürk bu fırtınayı atlatmak ve zayıf ekonomiyi bir raya oturtmak için, ideolojileri bir kenara iterek, aydınları İstanbul’a getirtir.(Aydemir; 1976,s.400>) Farklı görüşte olan aydınlara“Herkes dağarcığında ne varsa ortaya dökecek!” diyerek krizi fırsata dönüştürmeye çalışır.
“Hangi memleket çocuklarına, bizim kadar muhtaçtı?..”( Aydemir; 1976, s.409) diyen Aydemir, krizden kurtuluşun çaresini şöyle belirtir: “Dünya küçülürken aktif olarak büyümek, iyi fırsattır. Kısacası Batı tekniğinden ayrılmamak, ondan yararlanarak onun seviyesine ulaşmak için, liberal bir gelişme ümidinin uyuşturucu etkisinden çıkmak, kurtulmak lazımdı. Bu sistemin bizde bir gelişme şansı yoktu, çünkü bu sisteme katılmak için geç kalmıştık. Şimdi öyle bir noktaya varmıştık ki, önümüzde ancak iki yol vardı:
1-Manevî bakımdan Türk İnkılâbının heyecanını harekete getirmek.
2-Maddî bakımdan, hem millî gücü seferber etmek, hem dünya krizinin sudan ucuz hale düşürdüğü teknik araçları ve personeli vadeli olarak çekerek, kendi teknik gelişmemizi sağlamak.”
Millî İktisat faaliyetlerinin başlıca cephelerinin işleyiş şekli ayrı ayrı ele alınarak, sonunda “Devletçilik esasına dayanan bir millî ekonomi” sistemi oluşturuldu. ( Aydemir;1976, s.424-425)
ATATÜRK’ÜN DEVLETÇİLİK ANLAYIŞI
Kurtuluş Savaşı’nın ardında, Kuruluş Savaşına başlayan Atatürk, yerli ve yabancı uzmanların kendisine önerdikleri Liberalizmi ve Sosyalizmi uzun çalışma ve tartışmalardan sonra reddederek, gerice ülkelerin gereksinmelerine özgü bir üçüncü kalkınma yolunu ve yöntemini saptadı. Bu anlayış ilk kaynağını, Kurtuluş Savaşı’nın dayanağı Erzurum ve Sivas Kongreleri kararlarından alır. (Turhan; 1981, s.15) O’na göre bize uygun olan, “Mutedil(ılımlı) Devletçilik” diye adlandırdığı ve farklı görüşteki aydınlarla oluşturduğu, Türkiye’ye özgü bir ekonomik sistemdir.(Aysan; 1981, s.156)
Devletçiliğe yönelen Atatürk, dünyayı sarsan krizden ideolojik, siyasî farklılıkları bir kenara iterek, önceliği ekonomiye verdi. Böylece genç devlet fazla sarsılmadan, ard arda ekonominin her alanında önemli atılımlar gerçekleştirdi. Türkiye’nin Plânlı Kalkınma Dönemi başlayınca Avrupa’ya gönderilen ekonomistler, batık şirketleri gezerek -devlet hazinesinden- birçok fabrika ve makineyi satın aldılar. Bunlar Türk Sanayii’nin öncüsü oldular.
Atatürk’ün devletçilik anlayışı şu gerekçelere dayanmaktadır: .(Cevizoğlu; 1973,s.54-55)
-Milletin gönenç (refah) ve mutluluğunu hedef tutan devletin, vatandaşların yaşamı, geleceği ve gönenci ie ilgilenmek zorunda olması.
-Türk milletinin gelenekleri gereği, her şeyin devletten beklenmesi.
-Ekonomik etkinliklerin hem kişi ve grupları, hem de tüm milleti ilgilendirmesi. Buna karşın milletin çoğunun veya tümünün yararına olan herhangi bir ekonomik etkinliğin kâr azlığı nedeniyle, kişi veya gruplara ilginç gelmeyebileceği.
-Toplum içinde yaşayan her bireyin kişisel çıkarları yanında, kamu çıkarlarından da yararlandığı.
-Türkiye’nin genç bir devlet olması nedeniyle yapılması gereken çok şeylerin bulunduğu, bunların çabuk yapılabilmesi için özel sektörün harekete geçmesini beklemenin zaman kaybına yol açacağı düşüncesi.
Atatürk’ün Devletçilik İlkesinin özellikleri şöyle özetlenebilir: (Afetinan; 1969, s.16-19/ Aysan : s.163)
-Kişisel girişimin korunması ve desteklenmesi, demokratik rejim içinde kalkınmanın bir koşuludur.
-Ekonomik kalkınmanın temelinde, kişisel girişim ve çıkarın bulunması, doğal olmakla birlikte, devlet denetim ve doğrudan yatırımlarla kişisel girişimi desteklemeli ve ona yön vermelidir.
-Devletin ekonomiyi denetlemesi ve yönlendirmesi faaliyetleri, kişisel girişimi engelleme noktasına gelmemeli, hükûmetler bu tehlikeyi önlemelidir.
-Devletin ekonomik alanda doğrudan yatırımı yapması için, o alanda kişisel girişimin, sermaye ve yönetim gücü açısından yetersiz olması, sermaye ve yönetim gücü yeterli olsa bile tekel gücüne sahip olması tehlikesinin var olması gereklidir.
Kişisel girişimin yeterli sermaye ve yönetim gücüne sahip olduğu ve alanın rekabete açık olduğu durumlarda, devletin o alana doğrudan yatırımlarla girmesi gerekli değildir.
Bu koşullar ekonomide zaman içinde değişeceği için, devletin doğrudan yatırım yapacağı alanları belirtmek ve zaman zaman bu alanlarda değişiklik yapmak, hükûmetlerin temel görevi olmalıdır.
Atatürk’ün belirttiği anlamda devletçilik, girişim alanlarında özel sektöre ve kamu sektörüne paralel fonksiyonlar tanıyan k a r m a bir modeldi, bir orta yoldu. Modelin iki sektörü ayıran belirli bir sınırı yoktu. Sınır çizgisi koşullara bağlı olarak iki taraftan birine kaydırılabilecekti. Ancak özel sektör çalışmalarının yetersiz kaldığı durumlarda, devlet girişimci durumuna geçebilecekti.
Atatürk’ün devletçilik ilkesi, II.Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine tümüyle uygulanamadı. Savaştan sonra amaca uygun ve Türkiye’nin gerçeklerine göre uygulanmayıp, siyaset aracı yapıldı. Özel ve kamu sektörleri arasındaki denge bozuldu.
Atatürk’ün devletçilik ilkesi -duruma göre esnetilerek- Türkiye’yi ekonomik yönden kalkındıracaktır, yeter ki gerektiği gibi uygulanabilsin.(Ergin; 1978,s.195) Mevcut KİT’ler siyasilerin çiftliği; piyasada öncü rolü oynayan Vahşi Kapitalizmin eseri olan Marketler de başkalarının oyuncağı olmasın… Devlet anında piyasaya müdahalede öncelikle perakende yasasını çıkarsın. O zaman büyüyen devletle birlikte, her yerde fışkırmaya başlayan enerji kaynakları ile piyasa da rahatlar, Cumhuriyet’in 100.yılını 10.yılın dinamizmi ve birlik ruhuyla kutlarız.
KAYNAKÇA
K.Atatürk Diyor ki : Varlık yayınları, 1966, s.52,
A.Afetinan : M.Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, 1969, s.16-19,
Şevket Süreyya Aydemir; Suyu Arayan Adam, s.400 ve devamı, 6.baskı, İstanbul-1976)
Mustafa Aysan : “Atatürk Devletçiliği ve Sonraki Uygulamalar” Atatürk ve Cumhuriyet Dönemi Türkiyesi, 1981, s.156
Hüseyin Cevizoğlu: Atatürkçülük, 1973, s.54-55
Feridun Ergin : K.Atatürk, 1978, s.195
A.Mumcu-M.K.Su: T.C.İnkılâp Tarihi, İstanbul-1981, s.266-26,