“Çölleşme tüm dünyanın ortak sorunudur”

Her geçen gün artan nüfusa paralel olarak gıda üretiminin de artması gerektiğine dikkat çeken ZMO Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez, “2050 yılında 9 milyara ulaşacağı öngörülen dünya nüfusunu beslemek için dünya gıda üretiminin yüzde 70 artması gerekmektedir.

Haber Giriş Tarihi: 03.08.2020 17:46
Haber Güncellenme Tarihi: 03.08.2020 17:46
Kaynak: Haber Merkezi
https://www.ilkhaber-gazetesi.com
“Çölleşme tüm dünyanın ortak sorunudur”

Baki Remzi Suiçmez;

Serhat ŞANLI / ÖZEL HABER

ADANA (İLKHABER) – Her geçen gün artan nüfusa paralel olarak gıda üretiminin de artması gerektiğine dikkat çeken ZMO Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez, “2050 yılında 9 milyara ulaşacağı öngörülen dünya nüfusunu beslemek için dünya gıda üretiminin yüzde 70 artması gerekmektedir. Ancak, toplam arazi kaynağının yüzde 33’ü erozyon, tuzlulaşma, sıkışma, asitleşme ve kirlenme gibi sorunlardan dolayı orta ve yüksek düzeyde tahribata uğramış bir gezegende bu performansın nasıl sağlanacağı oldukça zor bir sorudur.  Bu değişim gösteriyor ki, bugün arazi bozulumu/çölleşme yerel, bölgesel ve küresel sonuçlarıyla tüm Dünya’nın ortak bir sorunu haline gelmiştir” dedi.

Günümüzde tarım, Dünya genelinde her geçen gün değeri daha da artan stratejik öneme sahip sektörlerin başında yer alıyor. Bunun nedenlerinin başında da Dünya nüfusunun artmaya devam etmesi, küresel ısınma, su kaynaklarının kıtlığı, tarım arazilerinin amaç dışı kullanılması ile tarım alanlarının ciddi oranda azalması olarak gösteriliyor.

Yaşanan bu değişime dikkat çeken Ziraat Mühendisleri Odası (ZMO) Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez, “Özellikle, 21.yüzyılda insanlığın karşı karşıya kaldığı en büyük sorunların başında gelen iklim değişikliği ve küresel ısınma ile başlıca arazi bozulum sebepleri olan çölleşme, su ve rüzgâr erozyonu, çoraklaşma arasında zincirleme bir reaksiyon süregelmektedir.

Fosil yakıtların yanması arazi kullanım değişimleri, ormansızlaşma, ormanların bozulumu, çeşitli sanayi uygulamaları gibi insan etkileriyle atmosfere salınan sera gazlarındaki artışlar yer küre sıcaklığını arttırarak hidrolojik döngüyü önemli düzeylerde etkilemektedir. Bunun sonucu olarak, hava olaylarının şiddeti ve sıklığı, özellikle toprakların erozyona uğrama dereceleri üzerine önemli düzeylerde etki eden yağış şiddeti ve şiddetli yağış sayıları artarak, kuraklık, çölleşme ve erozyon tehdidinin çok daha geniş alanlarda daha yoğun olarak hissedilmesine yol açmaktadır” dedi.

Aşırı, plansız ve bilinçsiz kullanım, tüketim vb nedenlerden dolayı arazi tahribatının çağımızın en önemli sorunu haline geldiğini belirten Baki Remzi Suiçmez, “Aşırı, plansız ve bilinçsiz kullanım ve tüketim, doğal kaynakları tehdit eden hatta bozulma sürecinin sonrası sürdürülebilir gıda güvenliğinin tehlikeye sokan, çevresel ve yerel/uluslararası politik dengelerin olumsuz etkilemekte olan arazi tahribatı çağımızın en önemli sorunudur” diye konuştu..

Son 50 yılda insanların, kaynakları karşılamak için ekosistemleri önceki yüzyıllarda olduğundan daha hızlı bir şekilde değiştirdiğini ve bugün arazi bozulumu/çölleşme yerel, bölgesel ve küresel sonuçlarıyla tüm Dünya’nın ortak bir sorunu haline geldiğine dikkat çeken ZMO Yönetim Kurulu Başkanı Baki Remzi Suiçmez şu bilgilere yer verdi;

“Bilim insanları ve uygulayıcılar arazi tahribatının tersine çevrilmesinin öneminin her geçen gün artan bir şekilde farkına varmaktadırlar. Küresel hedeflerin ulusal ölçeğe aktarılması, “Arazi Tahribatının Dengelenmesi” gibi, çölleşme, arazi bozulumu ve kuraklık sorunlarının birbiri ile ilişkilendirilmesine katkı yapacak, iklim değişikliği ve günümüzün diğer temel çevresel sorunlarına yönelik entegre çözümler sunulmasına itici bir güç oluşturacaktır.

Dünyamızda yaşanan yoksulluğu ortadan kaldırmak, çevreyi ve doğal kaynakları korumak, iklim değişikliğine uyum sağlamak ve tüm insanların barış ve refah içinde yaşamasını tesis etmek üzere küresel bir mücadele çağrısı olan ve 2030 yılına kadar gerçekleştirilmesi arzulanan “Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri” 17 başlık altında belirlenmiştir. Bu hedeflerden 15 nolu hedef “Karasal Yaşam” ile ilgili olup, 15.3 nolu alt-hedef ise 2030 yılına kadar “Arazi Tahribatı Dengelenmiş” bir dünyayı öngörmektedir.

Özellikle geçtiğimiz 50 yılda insanlar, kaynakları karşılamak için ekosistemleri önceki yüzyıllarda olduğundan daha hızlı bir şekilde değiştirmiştir. Arazi tahribatı; sürdürülebilir kalkınma, biyoçeşitliliğin korunması ve ilkim değişikliği ile mücadele ve uyum için küresel bir sorundur ve arazinin karmaşıklığının, biyolojik ve ekonomik verimliliğin azalma veya kayıplarını ifade etmektedir. Arazi tahribatı süreçleri toprak ve vejetasyonda karbon depolanmasını azaltmakta, biyoçeşitlilik kayıplarını ve iklim değişikliğini yönlendirmektedir. Bu nedenle, arazi tahribatına gereken önem verilmelidir.

Arazi bozulumu/çölleşme, oldukça karmaşık ve dinamik yapısıyla, arazi üretkenliğinin azalması veya tamamen kaybolmasıyla sonuçlanan bir süreçtir. Tarım alanlarının, meraların ve ormanların tahribatı, sürdürülebilir kalkınmanın başarılabilmesi, biyoçeşitliliğin korunması ve iklim değişikliğine adaptasyon ve mücadelede en önemli bariyeri oluşturmaktadır. Arazi tahribatı kuraklık, sıcak hava dalgaları ve toz fırtınaları gibi doğal zararların ve iklim değişikliğinin etkilerini şiddetlendirmektedir. Bunun yanında habitat kayıpları ve ikincil tür kayıplarının en önemli nedenlerinden biridir ve biyoçeşitlilik ve ekosistem hizmetlerinin kayıplarına yol açmaktadır. Ekosistem işlevlerinin ve özellikle toprak kalitesi be üretkenliğinin dolaysıyla fonksiyonunun azalması ekosistem dayanıklılığının düşürmektedir.

Sonuç olarak, arazi bozulumu gıda ve geçim kaynakları güvenliğini, su güvenliğini, insan sağlığını ve enerji teminini tehlikeye sokmakta, daha ileride de fakirlik, savaş ve zorunlu göçleri doğurmaktadır. Son yıllarda, arazi tahribatı küresel boyutunun haritalanması için daha öncekiler çoğunlukla uzman görüşüne dayanan fakat uzaktan algılama teknolojilerinin kullanımının arttığı birçok girişim yapılmıştır. 1981-2003 yılları arasında uzaktan algılama verileri kullanılarak yapılan küresel arazi tahribatı analizi 22 yıllık dönem süresince arazilerin %24’ünün bozulmuş olduğunu göstermiştir. Bu değerlendirmede tarım alanlarının ve ormanların orantısız bir şekilde tahrip olduğu belirlenmiş, degrade alanların %19’unu tarımsal alanlar, %43’ünü orman alanları oluşturmuştur.

Çalışma, bozulumun yüzde 78’inin nemli bölgelerde, yüzde 22’sinin kurak alanlarda meydana geldiğini ortaya koymuştur. Bugün bulunduğumuz noktada arazi bazlı mücadelede temel hedef; arazi ve toprak bozunumunun en güncel ve doğru haliyle hızlı bir şekilde ortaya konması ve trendinin izlenmesi, kısmen bozunuma uğramış veya uğramaya başlamış arazilerde ormansızlaştırma, aşırı otlatma, yoğun tarım, endüstrileşme ve sanayileşme gibi faaliyetlerden kaynaklanan baskının önlenmesi ve/veya etkilerinin azaltılması ve bozunumuna uğramış arazilerin iyileştirilmesidir.

Bu hedeflere ulaşmak üzere belirlenmiş olan Türkiye Ulusal Eylem Programımızın en önemli maddelerinden biri “Hassas alanlar öncelikle olmak üzere, korunması gereken ekosistemlerin ve yüksek biyoçeşitliliğe sahip bölgelerin seçimi ve bu alanlarda da izleme merkezleri kurarak, arazi bozunumu ile ilgili bilimsel veri tabanı oluşturmak” olarak ifade edilmiştir.

Dolaysıyla, arazi tahribatı dengelenmesi temelde 3 süreç arasında işleyen bir denklemdir: degradasyon, iyileştirme (restorasyon) ve sürdürülebilir arazi kullanımı. Arazi kaynaklarının sürdürülebilirliği ve iyileştirilmesi için farklı yaklaşımlar formüle edilmekte ve uygulanmaktadır, ki bunlar arasında “Sürdürülebilir Arazi Yönetimi, Peyzaj restorasyonu/rehabilitasyonu, Ekosistem Temelli Yaklaşımlar, Arazi Temelli Koruma yer almaktadır. Sürdürülebilir arazi yönetimi; “arazinin yönetimini, su, biyoçeşitlilik ve diğer çevresel kaynakların ekosistem hizmetleri ve geçim kaynaklarını sürdürürken insan ihtiyaçlarını karşılamak için entegrasyonunu hedefleyen bilgi temelli bir süreç” olarak tanımlanmaktadır.

Arazilerin ve toprak ekosistem hizmetlerinin sürdürülebilir bir biçimde yeteneklerine ve doğal yapılarına uygun kullanılmaması sonucunda özellikle tarım topraklarında ortaya çıkan tuzlulaşma, alkalileşme, çoraklaşma ve asitleşme problemleri ile ülkemiz topraklarının çölleşmeye ve arazi tahribatı çok daha duyarlı hâle geldiği şüphesiz kaçınılmaz bir gerçektir.

Bu bağlamda, sürdürülebilir arazi/toprak yönetimi, sürdürülebilir toprak ekosistem bağıntıları ve hizmetleri, arazi bozulumunun azaltılması/dengelenmesi, bozulmuş alanların geri kazanımı ile gelecek kuşaklar için arazi kaynaklarının güvence altına alınması açısından son derece önemlidir. Dayandığı temel prensipler ise, arazi-kullanıcı odaklı ve katılımcı yaklaşımlar, ekosistem ve çiftlik sistemleri düzeyinde doğal kaynakların bütünleşik kullanımı, çok düzeyli ve çoğul katılımlı, yerel düzeyde gelir getiren ve sürdürülebilir arazi yönetimi adaptasyonuna yönelik teşvik edici mekanizmaların geliştirilmesini de içeren hedeflenmiş politika ve kurumsal desteklerdir.

Kavram olarak küresel ölçekte korunaklı bir sistemi veya bir düzeni ifade eden ekosistemin değişmesi veyahut bozulması bir sistemin tamamen değişmesi ve işlevini kaybetmesi anlamına gelmektedir. Bu sebepledir ki “arazi bozulumu” mevcut bir sistemin artık işlevini yitirdiği anlamını taşımaktadır. Bunun en önemli sonucu ise canlı yaşamının dayandığı temel kaynak olan toprağın bugüne kadar gerçekleştirdiği işlevleri gerçekleştiremeyecek olmasıdır. Bunun etkileri son derece kapsamlı olmakla birlikte, sebeplerine bakıldığında çölleşme-arazi tahribatı olgusu özellikle topraklarının yüzde 90’ı kurak ve yarı kurak bölgelerde yer alan ülkemiz için son derece endişe vericidir.

Özellikle işlemeli tarım alanlarında uygulanacak planlarda korumalı ve iyi tarım uygulamalarının benimsetilmesi ve aşamalı olarak geçişin uygun destek ve yayım çalışmaları sağlanması olumsuz antropojenik etkilerinde çölleşme tehdidinin minimize edilmesi açısından son derece önemlidir.

Ülkemiz sahip olduğu iklim rejimi özellikleri ve çok dalgalı ve aktif topoğrafik yapısıyla Dünyanın arazi bozunumuna karşı hassasiyeti yüksek ve çölleşme riski taşıyan ülkeler arasında yer almaktadır. Yaklaşık 78 milyon hektarlık yüzey alanımızın 20 milyon hektarı kurak alanlardan; 31 milyon hektarı ise yarı-kurak alanlardan oluşmaktadır.

Türkiye’de arazi bozunumuna uzanan süreç sadece iklimsel olgular ile sınırlı değildir. Yanlış ve amaç dışı arazi kullanımı, aşırı otlatma, ormansızlaştırma, endüstriyel aktiviteler ve şehirleşme ve bunlara bağlı kirlenme gibi unsurlar da Ülkemizdeki toprak kaynaklarımızın bozunumunu hızlandıran diğer önemli faktörlerdir.

Çölleşme ve Erozyonla Mücadele Genel Müdürlüğü (ÇEM 2017) Ülkemize özgü, coğrafi tabanlı, iklim, su, toprak, arazi örtüsü ve kullanımı, topografya ve jeomorfoloji ve insan kaynaklı (sosyo• ekonomi ve yönetim) süreçlerin arazi bozulumu ve çölleşme üzerine interaktif etkileri dinamik bir yapıda matematiksel olarak tanımlayan Türkiye Çölleşme Modeli geliştirilmiştir.

Modelden elde edilen Türkiye Çölleşme Risk Haritası’na göre, çölleşme/arazi bozulumu bakımından ülkemiz arazilerinin yüzde 19’u düşük, yüzde 50,9’u orta ve yüzde 22,5’i yüksek risk grubunda yer almaktadır.

Tarımsal üretimi tehdit eden ve günümüzde etkileri giderek daha şiddetli bir şekilde hissedilen iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve tarımsal gıda üretiminin çevresel sürdürülebilirliğini güvence altına almak için küresel ve ulusal düzeylerde çeşitli çalışmalar yürütülmektedir (UNFCCC). İklim değişikliği sosyal ve ekonomik sorunlara neden olarak tarım üzerinde baskı oluşturabilmekte, bunun sonucunda toprak ve su rejimleri değişime uğramakta, tarımsal üretim azalmakta ve gıda güvenliği tehlikeye girmektedir. İklim değişikliğinin uzun dönemde su ve diğer kaynaklar üzerinde stres oluşturması, toprakları verimsizleştirmesi, tarım arazilerinin durumlarını kötüleştirmesi, geniş çapta çölleşmelere neden olması, tarım mahsullerinde zararlı ve hastalıkların çoğalmasına sebep olması ve deniz seviyesini yükselterek kıyı ekosistemlerini tahrip etmesi beklenmektedir.

Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) göre 2015 yılında 78 milyon olan Türkiye nüfusunun 2035 yılında 90 milyon olması öngörülmektedir. Tarım sektörünün iklim değişikliğinden doğrudan etkilenen bir sektör olmasından dolayı, Türkiye’de artan bu nüfusun gıda ihtiyaçlarının karşılanmasında önemli bir zorlukla karşı karşıya kalınması muhtemeldir. Türkiye’nin tarım arazileri varlığı incelendiğinde, TÜİK verilerine göre 2000 yılında 26,4 milyon hektar olan toplam tarım arazisi varlığı 2015 yılında 23,9 milyon hektara gerilemiştir. Bu durum, toprak kaynaklarının, toprağın kabiliyetleri doğrultusunda ve arazi kullanımının planlanması temelinde değerlendirilmesi gerekliliğini bir kez daha ön plana çıkarmaktadır.

Açık bir şekilde görülüyor ki, ülkemizin de taraf olduğu tüm küresel kalkınma hedeflerine ulaşabilmek için, arazi ve topraklarımızın sürdürülebilir bir şekilde kullanılması, korunması ve iyileştirilmesi son derece önemli ve gereklidir. Bunun yanında güçlü ve uygulanabilir politikalar ile birlikte, ulusal düzeyde toplumsal farkındalığın oluşturulması ve yükseltilmesi gerekmektedir.

Sonuç olarak, bugün gıda sistemleri yeterli, güvenilir, çeşitli ve besleyici bakımdan zengin gıdayı sunmakta zorluk çekmektedir. Topraklar yenilenebilir kaynaklar değildir, bu yüzden toprakların korunması gıda güvenliği ve sürdürülebilir gelecek için büyük önem taşımaktadır. Uzmanlar sadece 60 yıl kullanacak kadar üst toprak tabakasının kaldığını belirtmektedir. Oysa ki, sürdürülebilir toprak yönetimi (STY) ile yüzde 58 daha fazla gıda üretimi yapmak mümkündür.

Çölleşme 100’den fazla ülkede 1 milyar insanın geçim kaynaklarını tehdit etmektedir (UNDDD, 2018) ve her yıl 12 milyon hektarlık ekilebilir arazi kuraklık sebebiyle kaybedilmektedir. (UN, 2019) Dünya genelinde arazi tahribatının boyutları ve şiddeti, iklim değişikliğinin, nüfus artışının ve sürekli artan doğal kaynak talebinin olumsuz etkileri ile birlikte acil ve kararlı eylem gerektirmektedir. Çölleşmenin ve arazi tahribatının ekonomik maliyeti yıllık 490 milyar ABD Doları olarak tahmin edilmektedir.

Sürdürülebilir arazi yönetimi yoluyla arazi tahribatının önlenmesi 1.4 trilyon ABD dolarına kadar ulaşabilecek ekonomik faydalar yaratabilir (ELDI 2015). Arazi tahribatını durdurmaya ve tersine çevirmeye yönelik politikalar ve programlar, uzun süre açık ve kapsayıcı bir amacın ve gerçekleştirilecek eylemlere yol gösterecek ve ilerlemeyi ölçülebilir hale getirecek nicel ve zamana bağlı hedeflerin yokluğunu çekmiştir.

Arazi Tahribatının Dengelenmesi (ATD), sağlıklı arazilerin, arazi bozulumu nedenlerinden dolayı ekosistemdeki fonksiyonlarını yok olmasını önlemeyi hedefleyen yeni bir yaklaşımdır. Bu yaklaşımın öncekilerle karşılaştırıldığında en öneli farklılıklar olarak sadece arazi tahribatı olayından kaçınmayı veya azaltmaya yönelik girişimlerin ele alınmayıp mevcutta bozunuma uğramış alanların tekrar fonksiyonlarını kazanmaya yönelik önlemler ile çift yönlü bir yaklaşımla arazi tahribatının yönetilmesi amaçlanmaktadır. Burada esas hedef, kayıpların kazançlarla dengelenmesi suretiyle, sağlıklı ve verimli arazilerde net kayıp kaydedilmemesi sağlamaktır.

Arazi tahribatı kısaca arazinin biyolojik ve ekonomik verim kapasitesinin azalması ve kaybı şeklinde tanımlanır.

Mümkün olduğunca tahribatın önlenmesi, arazini daha iyi yönetilmesi ve tahribata uğramış olan arazilerin restorasyonu yoluyla yeterli miktarda sağlıklı ve üretken kaynaklar sağlamak anlamına gelir. Merkezinde daha iyi arazi yönetimi uygulamaları ve daha iyi arazi kullanım planlaması yatmaktadır. Gelecek nesiller için ekonomik, sosyal ve ekolojik sürdürülebilirliği geliştirebilir”.

Türkiye’nin içinde bulunduğu Ortadoğu coğrafyası yarı-nemli, yarı-kurak, kurak ve çok kurak iklim rejimi içerisinde yer almaktadır. Türkiye coğrafyasının çağlar boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış olması sebebiyle ülke toprakları arazi tahribatı ve kuraklığa karşı hassas bir konumdadır. Dolayısıyla, Türkiye kurak ve yarı kurak özellik gösteren bir ülke olup, toprakları erozyona karşı hassastır. Bunun yanı sıra iklim değişikliği ve insan faaliyetlerinden kaynaklanan yanlış uygulamalar gibi sebeplerle, çölleşme tehdidi altındadır.

Türkiye Çölleşeme Modeline (ÇEM 2017) göre, Türkiye, arazi tahribatının izlenmesi ve arazi tahribatı risk haritası ve modelleme çalışmaları kapsamında ülke şartlarına uygun 7 kriter altında 48 gösterge ve 100’den fazla alt gösterge belirlemiştir. Yapılan kapsamlı çalışmalar neticesinde, Türkiye’de arazi tahribatına sebep olan etmenler; iklim, toprak, su, topografya ve jeomorfoloji, arazi örtüsü ve arazi kullanımı, sosyo-ekonomi ve yönetim olarak tespit edilmiştir. Bu kiterler içerisinde yüzde 35.6’sının iklim, yüzde 35.6’sının toprak ve su kaynaklı, yüzde 17.9 arazi örtüsü ve topoğrafyadan ve yüzde 10.9 ise sosyo ekonomik ve yönetimden kaynaklandığını belirlemişlerdir.

Türkiye’nin 2010 yılına ait Arazi Örtüsü-Kullanımı Haritası, Avrupa Komisyonu Ortak Araştırma Merkezi (European Comission• Joint Research Center) tarafından çalışılmış olan NASA tarafından geliştirilmiş 250m-5km çözünürlüklü MODİS uydusu verileri kullanılmıştır. 2000-2010 yılları arasındaki Türkiye’nin arazi kullanım değişimi değerleri belirlenmiştir. MODİS verilerine göre (EC-JRC), Türkiye orman alanlarının 2000-2010 yılları karşılaştırılmasında ormanlık alanda 387,70 km2 alanda azalma, çalı ve çayırlık alanlarda 152 km2 alanda artış, tarım alanlarında 234,70 km2 artış ve diğer alanlarda önemli bir değişimin olmadığı tespit edilmiştir.

ATD bölgesel, ülkesel ve küresel ölçekte yaşanan olgular olup, insan topluluklarının yanı sıra doğal çevreyi ve içerisinde yaşayan canlıları da olumsuz şekilde etkilemektedir. ATD’nin mevcut durumu ve eğilimleri konusunda bilgi sahibi olmak, yaşanan olumsuz gelişmeleri tersine çevirebilmek ve yapılan çalışmalardan elde edilen olumlu neticeleri iyi uygulamalar olarak yaygınlaştırmak açısından son derece önemlidir. Dolaysıyla, başarılı bir ATD hedef belirleme süreci, UNCCD’nin ülke düzeyinde uygulanmasını iyileştirecek ve birçok SKH’nın başarılmasına katkıda bulunacaktır. Bu bağlamda, iyi bir ATD izleme sistemi; arazi tahribatını tespit etme, çölleşme ve arazi tahribatı ile mücadele ve ATD hedeflerine yönelik kaydedilen ilerleme ile arazi tahribatı eğilimlerini izleme kapasitesine sahip olmalıdır.

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar (0)
logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.