#Birkan Taha Özkan

İLKHABER-Gazetesi - Birkan Taha Özkan haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Birkan Taha Özkan haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Birkan Taha Özkan: Ağızdan nefes almak bağışıklığı tehdit ediyor Haber

Birkan Taha Özkan: Ağızdan nefes almak bağışıklığı tehdit ediyor

Uzman Diş Hekimi ve Ağız, Diş, Çene Cerrahı Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, ağızdan nefes almanın yalnızca dişleri değil, tüm vücut savunma sistemini tehdit eden ciddi bir sağlık sorunu olduğunu vurguladı. Özkan, yaptığı açıklamada güncel bilimsel araştırmaların, kronik ağız solunumunun, hem bağışıklık sistemini hem de üst solunum yollarını doğrudan etkilediğini ortaya koyduğunu ifade etti.Özkan, "Ağızdan nefes almak, burnun doğal filtreleme, nemlendirme ve bağışıklık fonksiyonlarını bypass etmektir. Bu durum yalnızca bir alışkanlık değil, vücudun ilk savunma hattının çökmesidir. Burun, havayı filtreler, ısıtır ve nemlendirir. Ayrıca nitrik oksit (NO) üretimi sayesinde mikrobiyal savunmayı aktive eder. Ağız solunumu ise bu sistemi devre dışı bırakarak virüs, bakteri ve tozları doğrudan akciğerlere taşır. Solunum yolu enfeksiyon riski 4 kata kadar artar" dedi. "Tükürük azalıyor, ağız florası savunmasız kalıyor" Ağızdan nefes alan bireylerde tükürük üretimi yüzde 30-50 azaldığına dikkat çeken Özkan, şunları kaydetti: "Tükürük, sekretuar Iga, lizozim ve laktoperoksidaz gibi bağışıklık ajanlarını içerir. Bu ajanların eksilmesiyle, diş çürüğü gelişme riski yüzde 56 artar, diş eti hastalıklarında yüzde 42 yükselme görülür. Kötü ağız kokusu (halitozis) yaygınlaşır. Ağız kuruluğu; diş minelerini, diş etlerini ve bağışıklığı aynı anda savunmasız bırakır. Kronik ağız solunumu olan bireylerde, üst solunum yolu enfeksiyonları yüzde 63 daha sık, secretory Iga düzeyi yüzde 48 düşük, diş eti dokularında yüzde 70’e varan iltihap görülüyor (NIH, 2024). Ayrıca boğaz ve bademciklerde kronik inflamasyon gelişiyor." Özkan: "Diş eti hastalığı dediğimiz şey, bağışıklık sisteminin cepheyi terk etmesidir. Ağızdan alınan nefes, bu savaşı kaybetmektir. Çocuklarda yüz gelişimini ve uykuyu da bozuyor. Ağız solunumu özellikle gelişim çağındaki çocuklarda başta Long face sendromu (uzun, dar yüz), üst çene darlığı ve çapraşıklık, damakta daralma, uyku apnesi ve horlama, kalitesiz uykuya bağlı bağışıklık baskılanmasına neden oluyor. Gece boyunca ağzınızla nefes alıyorsanız, bağışıklık sisteminiz de sizinle birlikte uyuyamaz. Ve uyuyamayan bir savunma sistemi, bir gün sizi yarı yolda bırakır" diye konuştu. Özkan, ağız solunumunun hangi hastalıklarla ilişkili olduğunu da şöyle anlattı: " ADHD (Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite). Uyku apnesi. Bademcik enfeksiyonları. Down sendromu, serebral palsi. Diş eti iltihabı ve çekilme. Ağız kokusu, plak birikimi. Kronik dudak iltihabı (glandularis cheilitis). Bunların yaşanmaması için Panoramik röntgen veya gerekirse 3D tomografi ile üst hava yolları değerlendirilmelidir. Ağız solunumuna yol açan sebepler belirlenmelidir. Gömülü dişler, burun tıkanıklığı, üst çene darlığı, alerjik rinit, KBB, ortodonti, çene cerrahisi uzmanlarının yer aldığı multidisipliner yaklaşım şarttır. Gömülü dişler ya da doku baskısı varsa, sinirlere zarar vermeden steril cerrahi ortamda çıkarılmalıdır." Özkan, "Nefesinizi nasıl aldığınız, bağışıklığınızı nasıl koruduğunuzu belirler. Burundan alınmayan her nefes, bağışıklık sisteminize açık bir kapıdır. Bu kapıyı kapatmak sizin elinizde" dedi.

Birkan Taha Özkan: "Tamoksifen kullanan her 10 hastadan 1’i dişlerini kaybediyor" Haber

Birkan Taha Özkan: "Tamoksifen kullanan her 10 hastadan 1’i dişlerini kaybediyor"

Uzman Diş Hekimi ve Ağız Diş Çene Cerrahı Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, "Bilim dünyasını sarsan yeni bir araştırma, meme kanseri tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir ilacın beklenmedik bir yan etkisini ortaya çıkardı. 140 hasta üzerinde yapılan klinik çalışma, ‘tamoksifen sitrat’ etken maddeli ilacı uzun süre kullanan hastalarda diş kaybı riskinin 2.75 kat arttığını tespit etti" dedi. Özkan, yaptığı açıklamada, meme kanseri tedavisinde kullanılan ilaçların yapılan bilimsel deneylerde dişleri çok büyük zarar verdiğinin ortaya çıktığını söyledi. Özkan, meme kanseri tedavisinde yaygın olarak kullanılan bir ilacın beklenmedik bir yan etkisini ortaya çıkardı. 140 hasta üzerinde yapılan klinik çalışma, ‘tamoksifen sitrat’ etken maddeli ilacı uzun süre kullanan hastalarda diş kaybı riskinin 2.75 kat arttığını tespit etti. Daha da çarpıcı olanı, hastaların %10,7’sinin tedavi sürecinde tüm dişlerini kaybettiği belirlendi" diye konuştu. Özkan, şöyle devam etti: "Meme kanseri tedavisinde kullanılan "tamoksifen" ilacının diş kaybı ve çene kemik ölümü gibi yıkıcı etkilerini bu kadar net görüyoruz. Araştırmanın en ürkütücü sonuçlarından biri de, meme kanserinin yüzde 6-10 oranında çene kemiğine metastaz yapabilmesi. Uzmanlar, bu durumun özellikle ileri evre hastalarda çene kırıklarına ve ciddi ağız sağlığı sorunlarına yol açabileceği konusunda uyarıyor. Tamoksifen, meme kanseri tedavisinde kullanılan ve östrojen hormonunun etkisini değiştiren güçlü bir ilaçtır. Östrojen, kadınlarda kemik sağlığını koruyan önemli bir hormondur; kemiklerin dayanıklılığını sağlar, kemik yıkımını önler ve kemik yapımını destekler. Tamoksifen ise bu hormonun etkisini hem engelleyebilir hem de bazı durumlarda taklit edebilir. Ancak, özellikle menopoz sonrası dönemde tamoksifen, östrojen dengesini değiştirerek çene kemiğinde zayıflamaya yol açabilir. Çene kemiği, dişlerin sağlam bir şekilde tutunması için hayati öneme sahiptir. Tamoksifen kullanımı sırasında kemik yapımının yavaşlaması ve kemik yıkımının artması sonucunda çene kemiği incelir, güçsüzleşir. Bu da dişlerin destek kaybına, diş eti çekilmesine ve sonunda dişlerin sallanarak düşmesine sebep olabilir. Ayrıca, tamoksifenin sık görülen yan etkilerinden biri olan ağız kuruluğu, ağız içindeki doğal temizleyici ve koruyucu mekanizmaların zayıflamasına neden olur. Bu durum, diş ve diş eti hastalıklarının daha kolay gelişmesine ve ilerlemesine zemin hazırlar." "Tomoksifen kullananlar diş kaybına çözüm olarak implant yaptırabilir mi?" Özkan, "Uzun süre tamoksifen kullanan hastalarda, bu etkiler birleştiğinde diş kaybı riski önemli ölçüde artar. Çene kemiğinin zayıflaması ayrıca implant gibi ileri tedavi seçeneklerini zorlaştırır ve iyileşme süreçlerini geciktirir. Bu nedenle, tamoksifen tedavisi gören hastaların sadece kanser takibi değil, ağız ve çene sağlığı kontrollerini de aksatmadan sürdürmeleri gerekir. Yapılan çalışmaya göre, bir yıldan uzun süre ilaç kullanan hastalarda ortalama diş kaybı sayısı 14’e yaklaşıyor. En dikkat çekici sonuçlardan biri ise, tamoksifeni uzun süre kullanan kadınların yaklaşık üçte birinde 12’den fazla dişin eksik olması. Ayrıca 65 yaş üzeri hastalarda bu risk daha da katlanıyor" dedi. Diş hekimine gitmeyi ihmal etmeyin Özkan, tamoksifen kullanan hastalarda aşağıdaki durumlara özellikle dikkat edilmesi gerektiğini belirterek şöyle devam etti: " 1 yıldan uzun süredir tamoksifen kullananlara 6 ayda bir ağız ve çene muayenesi öneriliyor. Ağız kuruluğu yaşayan hastalarda diş kaybı oranı yüzde 67’ye kadar çıkabiliyor. Tat değişikliği, diş eti kanaması veya çene hassasiyeti olan hastalar derhal diş hekimine başvurmalı. 65 yaş üzeri veya düzenli diş kontrolü yaptırmayan bireylerde risk daha yüksek. Diş sağlığı sadece estetik bir mesele değil. Bu tür hastalarda hayati sonuçları olabilecek sistemik bir göstergedir. Ağız sağlığının da onkolojik takibin bir parçası olması gerekiyor. Ayrıca Tamoksifen kullanan meme kanseri hastalarının, tedaviye başlamadan önce ağız diş ve çene cerrahisi uzmanına konsültasyonu yapılması gerekiyor. Meme kanseriyle savaşan ya da bu savaşı kazanan kadınların yaşam kalitesini koruyabilmesi için, yalnızca tümöre odaklanmak yetmez. Ağız sağlığı da en az tedavi kadar önemlidir."Meme kanserini atlatmanın bir zafer olduğunu ifade eden Özkan, "Ancak bu zaferin bedelini yıllar sonra, birer birer kaybedilen dişlerle ya da sessizce ilerleyen çene kemiği sorunlarıyla ödememek gerekir. Bu genel sağlık zaferinin elde etmeye çalışırken ağız diş ve çene kemik sağlığının korunarak çifte zafer elde edilmesi gerekir. Hastalarımızın hayat kalitesini korumak, sadece kanserle savaşmakla olmaz. Ağız sağlığını da onkolojik tedavi kadar ciddiye almak zorundayız" diye konuştu.

Prof. Dr. Özkan: "Tekrarlayan faranjitinizin sorumlusu gömülü 20'lik dişiniz olabilir" Haber

Prof. Dr. Özkan: "Tekrarlayan faranjitinizin sorumlusu gömülü 20'lik dişiniz olabilir"

Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, "Gömülü 20 yaş dişleri sessizce iltihaplanıyor. Hasta fark etmiyor, ağrısı bile olmuyor. Ancak arka boğaz bölgesine yakınlığından sürekli bir inflamasyon oluşturuyor. Bu da hastaya yıllar süren farenjit tanıları ve yanlış tedaviler olarak geri dönüyor" dedi. Özkan, yaptığı açıklamadı "Binlerce kişi her yıl boğazındaki geçmeyen ağrının, yutkunurken oluşan yanmanın ya da sürekli tekrarlayan bademcik iltihaplarının kulak burun boğaz kaynaklı olduğunu sanarak tedavi üstüne tedavi alıyor. Ancak çoğu zaman asıl suçlu, hiç beklenmedik bir yerde saklanıyor. Gömülü 20 yaş dişleri. Geçmeyen boğaz ağrılarının önemli bir bölümü aslında gizli diş enfeksiyonlarından kaynaklanıyor. Gömülü 20 yaş dişleri sessizce iltihaplanıyor. Hasta fark etmiyor, ağrısı bile olmuyor. Ancak arka boğaz bölgesine yakınlığından sürekli bir inflamasyon yaratıyor. Bu da hastaya yıllar süren farenjit tanıları ve yanlış tedaviler olarak geri dönüyor. Boğaz kültürü temiz çıkan her hasta, mutlaka diş hekimine yönlendirilmeli. Sürekli tonsilit farenjit ve üst slunum yolu enfeksiyonu olanlar öncelikle Diş hekimi ve Ağız Diş Çene Cerrahisi Uzmanına yönlendirilmeli" diye konuştu. Özkan, "Boğazınız değil, dişiniz hastaysa ne olur?" diyerek şöyle devma etti: "Antibiyotikler geçici rahatlama sağlar, antibiyotik direnci gelişir, sonradan kullanılan antibiyotik artık etki göstermez. Boğaz pastilleri ve spreyler yalnızca yüzeysel etki gösterir. Oysa sorun ağızda büyümeye devam eder. Lenf düğümleri şişer, geniz akıntısı oluşur, bazen çene altına yayılan ağrılar başlar. Ve en önemlisi, 20’lik dişler dışarıdan bakıldığında sağlıklı gibi görünür. Çoğu zaman gömülü 20’lik dişler ağız içinde bile görülmez, röntgen çekilmeden fark edilmez. 2024’de Oral Surgery, Oral Medicine, Oral Pathology dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, gömülü 20 yaş dişi bulunan hastalarda, boğaz mukozasında kronik inflamasyon görülme oranı yüzde 62. Dişin cerrahi olarak alınmasından sonraki 1 ayda, boğaz ağrılarında yüzde 85 azalma, geniz akıntısı ve öksürükte yüzde 72 düzelme ve lenf bezlerinde şişlik gerilemesi olmuştur." Özkan, Sağlık Bakanlığı'nın 1.5 milyon hasta verisi üzerinden yayımladığı 2024 raporunda ise önemli verilerin ortaya çıktığını ifade ederek, "Yılda 4+ faranjit atağı geçirenlerin yüzde 38'inde kontrolsüz gömülü 20'lik diş saptandı. Bu hastalarda diş çekimi sonrası enfeksiyon nüksü yüzde 87 azaldı. En yüksek risk grubu: 18-35 yaş arası kadınlar" dedi. Özkan, ayda birkaç kez tekrarlayan boğaz ağrısı, ağız açıklığında kısıtlılık (2 cm altı), sabahları yutkunurken zorlanma, geniz akıntısı, kronik gıcık hissi, tek taraflı çene altı veya kulak arkası ağrısı, diş eti arkasında baskı hissi, kötü Ağız kokusu ve ön dişlerde çarpıklık olanların mutlaka diş hekimine başvurması gerektiğine dikkat çekerek şöyle devam etti: "20'lik diş çekilmez ise lenfatik sistem sürekli inflamasyon altında kalır. Boğazdaki mukozal doku kendini yenileyemez. Komşu dişlerde çürüme, kemik kaybı ve apse gelişebilir. Sinüs enfeksiyonları, çene ağrısı, hatta kulak çınlamasına kadar ilerleyebilir." Özkan, tedavide izlenecek yolu ise şöyle sıraladı: "Tedaviye başlamadan önce, dişin çene içindeki konumu net olarak belirlenmelidir. Bu amaçla, panoramik röntgen ile genel kemik yapısı ve diş konumu gözlemlenir. Gerekirse 3 boyutlu dental tomografi (CBCT) sayesinde, dişin, alt çene sinirine (n. alveolaris inferior) yakınlığı, gömülülük derinliği, çene kemiği üzerindeki basısı, komşu dişlere baskısı ve hasar etkisi, çevre dokularla ilişkisi detaylı olarak analiz edilir. Bu analiz, cerrahi sırasında sinir hasarı, çene kırığı veya yumuşak doku zedelenmesi gibi riskleri en aza indirmek için kritik önem taşır. Her gömülü diş aynı şekilde çekilmez. Dişin açısı, pozisyonu ve çevre dokularla ilişkileri, tedavi sürecinin kişiye özel planlanmasını gerektirir. Bazı durumlarda sinire çok yakın olan dişlerde, siniri zedelememek için köklerin ayrılarak çıkarılması, bazı durumlarda da yalnızca kron kısmının alınarak dokunun korunması gerekebilir. İşlem, steril ameliyathane koşullarında ve ağız, diş ve çene cerrahisi uzmanı tarafından gerçekleştirilmesi tavsiye olunur. Çekim sırasında çevre dokular korunur. Komşu diş, çene siniri, dil siniri, dudak siniri, dişeti ve çene kemiği korunur. Kanama kontrol altında tutulur. Gerekiyorsa kemiği destekleyici materyaller kullanılır. Operasyon sonrası enfeksiyon riskine karşı özel önlemler alınır." Özkan, "Farenjit, Larenjit, Tonsilit tek başına ikincil bir hastalıktır. Eğer kaynağını doğru yerde aramazsanız, yıllarca gereksiz tedavilerle zaman kaybedersiniz. Oysa bir diş ve çene cerrahisi uzmanı değerlendirmesiyle bu döngü kırılabilir." uyarısında bulundu.

Birkan Taha Özkan: Menopozda diş sağlığına dikkat Haber

Birkan Taha Özkan: Menopozda diş sağlığına dikkat

Uzman Diş Hekimi ve Ağız Diş Çene Cerrahı Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, özellikle menopoz sonrası dönemde kadınların diş eti hastalıklarına karşı çok daha savunmasız hale geldiğini vurgulayarak, "46 yaş menopoz çağına giren bir kadında diş kaybı riski 3 kat artıyor. Diş eti hastalıkları fark edilmeden ilerlediğinde çene kemiği kaybı ve kalıcı diş kayıplarına neden olabiliyor" dedi. Özkan, yaptığı açıklamada Sağlık Bakanlığı’nın 2025 verilerine göre Türkiye’de kadınların ortalama menopoz yaşının 49’dan 46’ya düştüğünü, bu değişim, diş ve çene sağlığı açısından sessiz ama ciddi bir tehdit barındırdığını ifade etti. Özkan, menopozu sadece adet döngüsünün sona ermesi olmadığını belirterek, "Aynı zamanda östrojen hormonunun ani azalması anlamına geliyor. Östrojen; kemik yapımı, bağ dokularının gücü, bağışıklık sistemi ve damar yapısı gibi birçok alanda etkili olduğu gibi, diş eti ve çene kemiği sağlığı açısından da hayati rol oynar. Menopoz sonrası kadınlarda diş eti çekilmesi, çene kemik kaybı ve diş kayıpları çok daha sık görülüyor. Araştırmalara göre menopoz sonrası periodontitis görülme sıklığı yüzde 58, osteoporozlu kadınlarda çene kemik kaybı hızı 4 kat fazla. Türkiye’de ise menopoz yaşı düşüyor, risk daha erken başlıyor. Güncel araştırmalar, Türkiye’de kadınların artık ortalama 46 yaşında menopoza girdiğini ortaya koyuyor. Bu yaş, dünya ortalamasının altındadır. Bu da diş ve kemik sağlığına yönelik koruyucu önlemlerin artık 40’lı yaşların başında konuşulması gerektiğini gösteriyor. Menopoz sonrası ilk 5 yılda kadınlar kemik kütlesinin yüzde 20’sini kaybedebiliyor. Bu sadece omurga ya da kalça kemiği değil; dişleri destekleyen alveolar kemiği de içeriyor. Sonuç olarak dişlerde sallanma, diş eti iltihabı, dişler arası aralıklar ve kayıplar başlıyor" diye konuştu. Özkan şöyle devam etti: "Neden östrojen azalınca dişler zarar görüyor? Östrojen, kemik yıkımını baskılayan ve yapımını destekleyen bir denge sağlar. Osteoblastları (kemik yapan hücreler) destekler. Osteoklastları (kemik yıkan hücreler) baskılar. 2025 tarihli bilimsel verilere göre, östrojen seviyesi düştüğünde osteoklast aktivitesi artıyor ve kemik yıkımı hızlanıyor. Süngerimsi yapıya sahip kemikler -özellikle çene kemiği- ilk etkilenen alanlardan biri. Yeni araştırmalar, menopoz sonrası kadınlarda çene kemiğinde yılda yüzde 3 ila yüzde 5 oranında kemik kaybı olabileceğini gösteriyor. Diş etleri neden daha savunmasız? Östrojen azalmasıyla birlikte, diş etlerinin bağ dokuları zayıflar, damar yapısı bozulur,, yenilenme kapasitesi düşer. Bu durum, bağışıklık sisteminin zayıflamasına neden olur ve diş eti enfeksiyonlarına karşı direnci düşürür. Menopoz döneminde yaygın görülen belirtiler: Diş eti kanaması, diş eti çekilmesi, ağız kuruluğu, tat değişiklikleri. Bu semptomlar yaşlanmanın doğal süreci sanılsa da kemik yıkımının habercisi olabilir. Menopoz döneminde tükürük bezlerinin aktivitesi azalır. Tükürük hem ağız florasını korur hem de çürüklere karşı savunmadır. Tükürükteki bu azalma, çürük sıklığını artırır, Çürüklerin ilerleme hızını yükseltir." Özkan, erken müdahalenin hayat kurtardığına dikkat çekerek şunları kaydetti: "Menopozdan korkmayın ama hazırlıksız da yakalanmayın. Bu dönemde kemik sağlığıyla birlikte diş eti sağlığı birlikte ele alınmalı. Menopoz sonrası her 6 ayda bir diş eti muayenesi, dijital radyografik takip ile çene kemiği kaybının erken teşhisi, hormonal hassasiyeti gözeten periodontolojik bakım protokolleri, kalsiyum ve D vitamini desteği ile kemik yoğunluğunun dengelenmesi. Osteoporoz tedavisinde kullanılan bifosfonat grubu ilaçlar, çene kemiğinin yenilenmesini baskılar. Bu ilaçları kullanan kişilerde, diş çekimi veya implant sonrası çene osteonekrozu (kemik ölümü) riski ciddi oranda artar. Bifosfonat kullanan hastalar, diş hekimine mutlaka bilgi vermeli.Bu tedaviyi almayı planlayanlar, öncesinde dental muayeneden geçmeli. Kemik yoğunluğu (DEXA) ölçülerek kişiye özel dental plan oluşturulmalı." Dişlerin menopozda daha fazla ilgi beklediğine işarete eden Özkan, "Menopoz, bir son değil; yeni bir başlangıç. Ancak bu başlangıcın sağlıklı devam edebilmesi için diş ve çene sağlığınız özenli takip gerektiriyor.Unutmayın, 46 yaş menopoz çağı, 50 yaş dişsizlik kaderiniz olmasın. Menopoz teşhisi alır almaz diş hekiminize başvurun. Kaybedilen her diş, kalp hastalığı riskinizi yüzde 28; KOAH alevlenmelerini yüzde 41 artırıyor" dedi.

Prof. Dr. Birkan Taha Özkan: İleri evre diş eti hastalığı KOAH ve zatürre riskini artırıyor Haber

Prof. Dr. Birkan Taha Özkan: İleri evre diş eti hastalığı KOAH ve zatürre riskini artırıyor

Uzman Diş Hekimi ve Çene Cerrahı Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, diş eti hastalıklarının yalnızca ağızla sınırlı kalmadığını, ciddi sistemik hastalıklara da zemin hazırladığını vurgulayarak, "Özellikle ileri evre diş eti hastalığı olan periodontitis, solunum sistemi üzerinde yıkıcı etkilere yol açabiliyor" dedi. "Ağızda başlayan bir iltihap, tedavi edilmezse akciğerlerde KOAH ve zatürre gibi ciddi hastalıklarla sonuçlanabilir," diyen Özkan, bu tabloya karşı erken tanı ve etkili tedavinin önemine dikkat çekerek şöyle devam etti: "Periodontitis Nedir? Periodontitis, diş etleriyle birlikte onu destekleyen çene kemiğinin de iltihaplandığı kronik bir hastalıktır. Genellikle fark edilmeyen ancak ilerledikçe, diş eti çekilmesi, dişlerde sallanma, ağız kokusu ve çiğneme zorluğu gibi semptomlarla kendini gösterir. Ancak bu sorun yalnızca ağız içinde kalmaz; iltihaplı hücreler sistemik dolaşıma karışarak vücut genelinde kronik inflamasyona neden olabilir. Diş eti ceplerinde biriken bakteriler solunum yoluyla akciğerlere ulaşabilir. Bu durum, akciğer dokusunda bağışıklık sisteminin aşırı tepkisine ve doku yıkımına yol açar. Periodontitisli bireylerde KOAH gelişme riski yüzde 10 artıyor. Zatürre riski ise yüzde 30’a kadar yükseliyor. Türk Toraks Derneği’nin 2023 verilerine göre, KOAH hastalarının yüzde 62’sinde şiddetli diş eti hastalığı görülmüştür. Özellikle yaşlı bireyler, bağışıklık sorunu yaşayanlar ve kronik akciğer hastaları bu tablodan daha fazla etkilenmektedir. Aşağıdaki bulgular varsa yalnızca ağız sağlığı değil, akciğer sağlığı da tehdit altında olabilir. Diş fırçalarken kanama, sürekli ağız kokusu, diş eti çekilmesi, dişlerde sallanma veya aralanma, çiğnerken dişlerde güçsüzlük" Özkan, tedavi yöntemini ise şöyle sıraladı: "El Aletleri ile Diş Taşı Temizliği ve Parlatma: Hastanın diş yüzeyinde birikmiş sertleşmiş bakteri plaklarının ve diş taşlarının, özel el aletleri ( kretuar) yardımıyla diş minesine ve diş etlerine zarar vermeden hassas bir şekilde temizlenmesini kapsar. Bu işlem, tedavinin ilk basamağını oluşturur ve iltihabın azaltılmasına yardımcı olur. Diş taşı temizliği iltihabı yüzde 47 azaltır. Subgingival Küretaj (Kapalı Kürtaj): Diş taşı temizliği ve parlatma işleminin ardından Kapalı cerrahi küretaj yapılır. Diş eti altına yerleşmiş bakteri kolonileri, lokal anestezi altında özel hassas küretlerle temizlenir. Bu sayede periodontal ceplerin içi tamamen arındırılır ve dişeti iyileşmesi başlatılır. Açık Cerrahi Küretaj (Flap Operasyonu): Hastalığın ileri evrelerinde uygulanır, öncelikle diş eti cerrahi olarak aralanır; dişeti altı, çene kemiği yüzeyi ve diş kök aralarındaki iltihabi kötü dokuların tümünden arındırılması heeflenir. Bu iltihabi kötü dokular ağaç kurtlarına benzer ve bu kötü dokular hiç kalmayacak şekilde temizlenir. Çene kemiğinin törpülenmesi ve şekillendirilmesi çene kemik kaybını %63 önlüyor. Son olarak dişeti yeniden şekillendirilerek dikiş atılarak güzel iyileşmesi sağlanır. Bu teknikle hem iltihap kontrol altına alınır, çene kemik erimesi durdururlu, çene kemiği oluşumu tetiklenir ve dişeti sağlıklı hale gelir. Kök Yüzey Düzleştirmesi: Açık Cerrahi Küretaj operasyonu sırasında, dişeti aralandıktan sonra açığa çıkan diş kök yüzeylerindeki bakteriler kazınır. Bu sayede çene kemik oluşumu yeniden tetiklenerek dişetinin diş kök yüzeyine daha sıkı sarması sağlanır, bu sayede diş taşı plak oluşumunun da önüne geçilmiş olur. Dişeti estetiği operasyonu: Açık Cerrahi Küretaj operasyonuyla dişeti altındaki iltihabi kötü dokular alındıktan sonra kısmi bir dişeti çekilmesi beklenir. Bu olağan bir durumdur. Dişeti kısmen çekilir, gül kurusu pembe sağlıklı dişeti elde edilir, dişeti dişi daha sıkı sarar. Dişeti çekilmesinin estetik görünümüne kavuşması için da Açık Cerrahi Küretaj Operasyonunu takiben Estetik Dişeti Operasyonu aynı seansta yapılır. Estetik Dişeti Operasyonuyla, dişetleri dişlerin arasında belirgin bir şekilde yerini alması ki bu sayede diş ve dişetinin bütünlük içinde ve dişlerin de tane tane estetik görünümü sağlanır." Özkan tedavinin başarısının yalnızca klinik müdahaleye değil, hastanın alışkanlıklarına da bağlı olduğunu ifade ederek, "Sigara kullanımı bırakılmalı. Her öğün sonrası dişler fırçalanmalı, ara yüz temizliği ihmal edilmemeli Şekerli ve işlenmiş gıdalardan kaçınılmalı. Bağışıklığı destekleyen beslenme programı uygulanmalı. Bilimsel veriler ışığında, başarılı tedaviler sonrası: KOAH alevlenmeleri yüzde 28, Zatürre riski yüzde 34 oranında azalıyor" dedi. Özkan, iltihabın küçünsenmemesi gerektiğini belirterek "Ağzınızdaki iltihabı küçümsemeyin, O iltihap, bir gün akciğerinize ulaşabilir. Periodontitis sadece diş kaybına değil, hayatı tehdit eden solunum hastalıklarına da neden olabilir. Gecikmeden diş hekiminize başvurun" diye konuştu.

Prof. Dr. Özkan: "Diş koltuğunda öğürme refleksi mi yaşıyorsunuz? Nedeni bağırsaklarınız olabilir" Haber

Prof. Dr. Özkan: "Diş koltuğunda öğürme refleksi mi yaşıyorsunuz? Nedeni bağırsaklarınız olabilir"

Diş hekimliğinde hastaların yüzde 15’inde görülen şiddetli öğürme refleksi, birçok diş tedavisinin yarım kalmasına, genel anesteziye ihtiyaç duyulmasına, hastalarda kalıcı diş hekimi korkusuna ve ağız sağlığının bozulmasına neden olduğunu anlatan Uzman Diş Hekimi ve Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Birkan Taha Özkan bu sorunun çoğunlukla sadece psikolojik olmadığını belirterek, "Özellikle gut hastalarında, bağırsak duvarına saplanan ürik asit kristalleri, vagus siniri yoluyla beyin sapındaki öğürme merkezini uyarıyor. Bu da diş koltuğunda kontrol edilemeyen öğürme krizlerine neden olabiliyor. Sorun, bağırsak-beyin ekseniyle doğrudan ilişkili" dedi. Özkan, yaptığı açıklamada öğürme refleksinin dil kökü, yumuşak damak ve boğaz gibi bölgelerin istemsiz uyarılmasıyla gelişen, doğal bir korunma mekanizması olduğuna değinerek, "Ancak refleksi aşırı duyarlı kişilerde şu durumlara yol açar: Tedavi yarım kalır. Kusma, nefes darlığı ve panik hissi gelişebilir. Diş hekimi korkusu kalıcı hale gelir. Çürükler ve diş eti hastalıkları ilerler. Genel anestezi riskleriyle başbaşa kalır" diye konuştu. Özkan’a göre öğürmeyi etkileyen en önemli tetikleyiciler ise şöyle : "Bağırsak beyin ekseni. Gut hastalarında bağırsaktaki iltihap ve kristaller, vagus siniriyle beyne refleks uyarımı gönderir. Nörolojik ve anatomik duyarlılık. Bazı kişilerde yumuşak damak ve dil kökü sinirleri aşırı hassastır. Basit bir temas refleksi tetikleyebilir." Özkan bundan kurtulmanın önerilen 5 etkili çözüm yöntemini ise şöyle sıraladı: "Temassız lazer destekli tedavi. Fiziksel temas minimuma indirilir. Kanamasız ortam sağlanır. Refleks tetikleyici koku ve sıvılar oluşmaz. Çürük temizliği, kanal tedavisi, doku kesimi ve implant işlemleri hassasiyetle ve tek seansta tamamlanabilir sayesinde korku azalır. Sessiz motorlu el aletleri. Yüksek frekanslı sesler yerine ses desibeli düşük el cihazları (airatör ve mikromotorlar) kullanılır. Bu sayede işlem sırasında sessiz ortam sağlanır. Bu, hastanın kaygısını ve refleks yanıtını yüzde 90 oranında azaltır. Blok anestezi. Dil kökü ve yumuşak damakta bölgesel anestezi uygulanarak dil öğürme refleksi ve ağrı baskılanır. Sprey kullanılmaz çünkü öğürmeyi tetikleyebilir. Dil ekartasyonu ve ağız açıklığını sınırlama. Tedavi sırasında dile baskı uygulanmaz, dilin kontrollü ekarte edilmesiyle hareket sınırlandırılır. Ağız, mümkün olan en az açıklıkla tutulur; bu sayede refleks baskılanır. Tedavi aralıklarıyla dinlendirme protokolü. Seans boyunca çene eklemi korunur, hastanın refleks eşiği gözetilerek sık aralıklarla dinlendirme uygulanır. Aksi takdirde beynin stres merkezi olan hippokampus uyarılarak öğürme artar. El cihaz ve narin alet kullanımı. Küçük başlıklı el cihazları ve narin el altlerinini ağız içinde kullanılması ağzı içinde fazlalık hissini sonlandırır, dil yanak ve boğaz temasını minimumam indirir. Bu sayede konforlu ve öğürmeden kaçındıran bir tedavi yöntemi benimsenir." Özkan, tedavi öncesi hastaların, hafif bir öğünle gelmesi, burun tıkanıklığı varsa deniz suyu spreyi kullanması, derin nefes almayı (diyafram nefesi) öğrenmesi, kaygıların hekimle paylaşılması gerektiğini ve seans sırasında burundan yavaşça nefes alınması gerektiğini söyledi. Artık öğürme refleksi diş tedavilerine engel değil Özkan, "Lazer destekli işlemler, sessiz cihazlar, narin el aletler, kısa işlem süreleri ve kişiselleştirilmiş tedavi protokolleriyle gut hastalarında ve refleksi hassas bireylerde öğürme refleksini yüzde 83’e varan oranlarda baskılayabiliyoruz. Tedaviler tek seansta tamamlanabiliyor, diş hekimi korkusu sona eriyor. Refleksin nedenlerini hedef alarak çalışan bu yaklaşımlarla, hem fizyolojik hem psikolojik düzeyde çığır açan bir konfor sağlanmasını öneriyor" dedi.

Birkan Taha Özkan: Tiroit dengesizliği dişlerinizi yok edebilir! Haber

Birkan Taha Özkan: Tiroit dengesizliği dişlerinizi yok edebilir!

Uzman Diş Hekimi ve Ağız Diş Çene Cerrahı Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, tiroit hormonlarının ağız ve diş sağlığı üzerindeki yıkıcı etkilerine dair önemli açıklamalarda bulunarak, "Tiroid hormonlarındaki en küçük bir dengesizlik bile dişlerinizi, dişetlerinizi, çene ve çene kemik yapınızı telafisi güç şekilde etkileyebilir" diyerek uyardı. Özkan, yaptığı açıklamada, diş gelişiminin ana rahminde başladığını, tiroidin ise bu sürecin kalbinde olduğunu belirterek, "Tiroit hormonları (T ve T) diş gelişiminin embriyolojik dönemde başlar. Tiroidiniz sağlıklı değilse, dişleriniz daha çene kemiği oluşmadan hasar almaya başlar. Dişin şekli, dişin sürme zamanı, diş mine yapısı Hepsi tiroidin denetimindedir. Bilimsel araştırmalar, tiroit hormon eksikliğinin dişlerin olgunlaşmasını ve gelişimini bozduğunu ve bu durumun hem süt dişi hem de kalıcı (daimi )dişlerde ciddi yapısal sorunlara yol açtığını gösteriyor" dedi. "Çocuğunuzun dişleri geç çıkıyorsa Bu bir alarm olabilir." Özkan, özellikle çocuklarda hipotiroidizmin diş sürmesinde 6-12 aya kadar gecikmeye neden olabildiğinin altını çizerek şöyle devam etti: "Bir diş geç çıkıyorsa sadece diş değil, tiroit hormonları da incelenmeli. Gecikmiş diş sürmelerinin yanında çene darlığı (mikrognati), çene öne çıkıklığı (maksiller protrüzyon) ve diş çapraşıklığının da tiroit kaynaklı olabilir. Diş minesi zayıfsa, diş çürükleri kaçınılmazdır. Tiroit eksikliği, dişin en dış ve koruyucu tabakası olan diş minesinde incelme ve diş minesi kaybına neden oluyor. Mine hipoplazisi dediğimiz bu tablo hem estetik hem sağlık açısından ciddi bir sorundur. Dişler zayıf, kırılgan ve çürümeye açık hale gelir. Bu bireylerde diş mine defekti (DDE) skorlarının çok daha yüksek." "Büyük dil, kalın dudaklar ve konuşma bozuklukları! Tiroit eksikliği nefes almayı bile güçleştiriyor" Hipotiroidinin sadece diş değil, tüm ağız dokularını etkilediğini anlatan Özkan, "Dil büyümesi (makroglossi), kalın dudaklar ve diş kapanış bozukluğu gibi sorunlar ortaya çıkıyor. Bu bireylerde konuşma bozukluğu, çiğneme zorluğu ve nefes alma problemleri sık görülür. Bu durum çocuğun gelişimini hem fonksiyonel hem psikolojik olarak sekteye uğratabilir. Bu bulguların hiçbirinin ‘normal gelişim süreci’ olarak görülmemesi gerekiyor" diye konuştu. "Diş eti şişmeleri, ağızda kuruluk, tat kaybı! Tiroit bozukluğu ağız florasını da yok ediyor" Tiroit bozukluklarının, tükürük bezlerinin çalışmasını da etkilediğine dikkat çeken Özkan, şunları kaydetti: "Ağız kuruluğu (xerostomia), tat alma bozuklukları ve sürekli tekrarlayan diş eti şişmeleri hipotiroidi hastalarında sık rastlanan bulgular arasında. Tükürük vücudun doğal antiseptiğidir. Azalınca bakteri florası değişir, diş çürükleri hızla yayılır, kötü ağız kokusu artar, tat alma yetisi bozulur. Bu durum sosyal yaşamı dahi etkileyebilir. Cerrahi işlemler kabusa dönüşebilir. Diş çekimi veya endodontik (kök kanal) tedavi gibi cerrahi işlemlerde hipotiroidizmin komplikasyonlara yol açabileceğine dikkat çekiyor: Yara iyileşmesi gecikir, enfeksiyon riski artar. Diş çekim sonrası kuru soket (alveoler osteit) riski hipotiroidi hastalarında çok daha yüksektir. Aynı şekilde kök kanal tedavilerinin başarısı da metabolik yavaşlama nedeniyle düşer." "Guatr bölgesindeki çocuklara dikkat: Kretinizm tüm gelişimi durdurabilir!" Özkan, "Endemik guatr bölgelerinde doğan çocuklar, hayatlarının ilk dakikalarında tiroit hormonlarına ulaşamazsa, kretinizm riskiyle karşı karşıya kalır. Bu çocuklarda sadece zeka geriliği değil, diş gelişimi de durur. Ağır diş mine defektleri, dil büyüklüğü, çene darlığı ve kalıcı konuşma bozuklukları oluşabilir. Doğum öncesi iyot desteği ve erken tiroit takviyesi tedavisi hayati önem taşır. Diş hekimleri çocuklarda ilk belirtileri fark eden sağlık profesyonelleri olabilir" dedi. "Multidisipliner yaklaşım şart" Son olarak Özkan, diş hekimleri, diş çene cerrahları, endokrinologlar ve çocuk hekimlerinin iş birliği içinde çalışması gerektiğini vurgulayarak, "Tiroit hastalığı olan bireylerde düzenli diş hekimi muayeneleri, flor uygulamaları, diş çürük önleyici tedaviler ve özel ağız hijyeni eğitimleri hayati önem taşır. Aksi takdirde, tiroit bozukluklarının ağızda bıraktığı izler bir ömür boyu taşınır" diye konuştu.

Prof. Dr. Özkan:  “Her kaybedilen diş, kalp sağlığınızı tehlikeye atıyor” Haber

Prof. Dr. Özkan:  “Her kaybedilen diş, kalp sağlığınızı tehlikeye atıyor”

Uzman Diş Hekimi Ağız Diş Çene Cerrahı Prof. Dr. Birkan Taha Özkan: "Kalp krizi geçirme riskinizi sadece kalp değil, ağzınızda eksik olan dişleriniz de belirliyor" dediÖzkan yaptığı açıklamada, "Kliniklerde diş çürüğü ve diş eti hastalıklarına bağlı olarak çekilen dişler, sadece estetik kaygı oluşturmakla kalmıyor. Uzun yıllardır üzerinde çalışılan ve geçtiğimiz günlerde Güney Kore’den gelen kapsamlı bir araştırmayla kanıtlanan gerçek artık bilimsel bir netliğe kavuştu. Diş kaybı kalp yetmezliğine zemin hazırlıyor. Üstelik bu ilişki, ileri yaş grubunun ötesinde, genç bireylerde de ciddi riskler taşıyor" diye konuştu. Ağız ve diş, kalbin aynası mı? Özkan, ağzın, vücudun giriş kapısı olduğuna dikkat çekerek şöyle devam etti: "Bu kapıda yaşanan bir bozulma, domino taşı etkisiyle tüm sistemleri etkiler. Diş eksikliği sadece ağız bölgesinde bir sorun olmasının ötesinde, kronik sistemik hastalıkların tetikleyicisi haline gelir. Bir dişinizi kaybettiğinizde o dişin yanında beslenmenize katkı sağladığı dişeti, çene kemiğiniz, komşu dişler ve hatta kalbiniz de bu eksiklikten etkileniyor. Ağız sağlığı ile kalp sağlığı arasında doğrudan, bilimsel olarak kanıtlanmış bir bağ var. Kalbinize giden yol dişlerinizden geçiyor. Bu çalışmayla bir kez daha anlıyoruz ki, erken yaşta başlayan diş eksikliği, ilerleyen yaşta kalp yetmezliğiyle sonuçlanabiliyor. Özellikle periodontitis gibi ileri diş eti hastalıklarıyla başlayan süreçte, bakterilerin kana karışarak damar sertliğine ve inflamasyona yol açtığı net olarak görülüyor." Gençler de risk altında! Bilimsel araştırmalar, 65 yaş altındaki bireylerde de kalp krizi riskinin yüksek olduğunu anlatan Özkan, "Özellikle sigara kullanan, diyabet hastası olan veya stresli yaşam süren bireylerde, erken diş eksikliği kalp damar sağlığı üzerindeki yıkıcı etkisi daha belirgin hale geliyor. Peki diş eksikliği kalbi nasıl çökertir? Ağızdaki iltihap, kana karışır. Eksik diş bölgesindeki çene kemik zamanla eriyor, dişeti çekiliyor ve çevre dokular iltihaplanıyor. Bu iltihaplı ortam, bakterilerin kan yoluyla vücuda yayılmasına neden oluyor. Bağışıklık sistemi bu yükü taşımakta zorlanıyor, kalp-damar sistemi strese giriyor. Vücut, her gün ağızdan yayılan bu mikro enfeksiyonlarla boğuşurken kalp yavaş yavaş yetmezliğe doğru ilerliyor. Damar iç yüzeyi hasar görür. İltihaplanma, damarların iç duvarında mikro çatlaklar oluşturur. Bu da ateroskleroz (damar sertliği) ve hipertansiyonun temelini hazırlar. Kalp kası yıpranır. Kalp, bu enfeksiyöz yükü taşımak için daha fazla çalışır. Sürekli inflamasyon kalp kasının işlevini bozar. Sonuç: Kalp Yetmezliği! Dişi tedavi ettiğimizde, kalpleri de düzeliyor. Çünkü iltihap asıl kaynak noktasından kesildiğinde, vücut toparlanmaya başlıyor" diye konuştu. Her kaybedilen diş başına kalp kriz risk oranı nasıl etkileniyor? Peki çözüm? Her kaybedilen dişin yapılan araştırmalara göre, yüzre 1 oranında kalp krizi (MI), yüzde 1.5 oranında kalp yetmezliği (HF), yüzde 1.5 oranında felç ve yüzde 2 oranında ölüm riski artışı anlamına geldiğinin altını çizen Özkan şunları kaydetti: "Ve en çarpıcı bulgu şu oldu: Eksik 1-4 diş bile bu riskleri belirgin şekilde yükseltirken, 5 ve üzeri diş eksikliği tehlikeyi adeta katlıyor. İstatistik değil, gerçek: Ağızda başlayan sessiz yıkım, yıllar içinde kalbinize ulaşabilir. Prof. Dr. Özkan, şunları söyledi: "Bugün bir diş kaybını sadece implantla telafi etmek yetmez. Ana dişi korumak ve dişi çekmeden kurtarmak yaşam kalite artışıyla birlikte yaşam süresi uzaması meselesi haline geldi. Her eksik dişin, vücutta sistemik bir karşılığı var. Kalp, böbrek, beyin Hepsi etkileniyor. Bu yüzden bizim artık ‘dişi çekmeden kurtarma’ operasyonlarımız, yalnızca bir dişi değil, bir hayatı kurtarmak anlamına geldiğini anlamamız gerekiyor. Diş eksikliğiyle gelen domino taşı etkisi. Her diş bir organ gibi değerlendirilmeli. Diş eksildiğinde; komşu dişler boşluk olan bölgeye devrilir, boşluğa karşılık gelen diş kendini boşluğa bırakır, geriye kalan tüm dişler kökten hareketlenir, çürük artışı gözlenir, çiğneme etkinliği yitirilir, ağzın dengesi kaybolur, çene kası dengesizleşir, çene eklem stresi artar, çene kemik erimesi ve dişeti çekilmesi gelişir, sindirim sistemi bozulur ve kalp, bu sistemik yükü taşımakta zorlanır." Özkan: vücudun, bir bütün olarak çalıştığını, diş eksikliğinin domino etkisiyle sadece çene kemiğini değil, kalbi de yere serebileceğini belirterek, "Diş eti kanaması = kalp alarmı. Periodontitis (Kronik dişeti hastalığı) sadece ağız değil, kalp sağlığı için de büyük tehlikedir. Diş eti iltihabı, kalp kapakçıklarında endokardit gibi ölümcül enfeksiyonlara yol açabilir. Bu yüzden kanayan her diş eti, kalbinizden gelen sessiz bir yardım çağrısıdır." dedi. Bu hastalıkların önüne geçmek için Özkan’ın Önerdiği 6 hayat kurtarıcı yol şöyle: "Dişi çekmeden kurtar. Çekmek kolay, yaşatmak sanattır. Dişi kaybetmeden önce uygulanabilecek en gelişmiş tekniklerle hastanın kendi dişini kurtarılması esastır; minividalı anatomik dolgu, Kanal tedavisi, Kanal tedavisi yenileme, Apikal rezeksiyon, Hemiseksiyon, Reimplantasyon, Diş nakli yöntemi gibi Dişi çekmeden kurtarılması yöntemleriyle Kalp krizi riskinin de azaltılması hedeflenmeli" şeklinde özellikle vurguluyor. "Bugün çekilecek dediğiniz dişler bile dişi çekmeden kurtarma yöntemleriyle yaşatılabilir. Çünkü her doğal diş, vücutla mükemmel bir uyum içindedir. Onun yerini en iyi implant bile doldurması güçtür. Lazerle dikişsiz implant. Kalbe saygılı çözüm. Diş kaybından sonra çene kemik erimesi ve dişeti çekilmesi başlar ve implant uygulanacak alan kaybolur. İlk 45 gün bu açıdan kritiktir. "Dişi çektikten sonraki zaman kaybı, çene kemik erimesi anlamı taşır. Çene kemik erimesi, sistemik hastalıkların önünü açar. Kalp bu yükü taşıyamaz." Lazerle Dikişsiz İmplant yöntemi sayesinde; dikişsiz, lazerle dişetinde ve çene kemiğinde hızlı iyileşme süreci oluşur. "Lazerle dikişsiz implantlar, iltihap riskini azaltarak kalp dostu bir tedavi sunar. Özellikle kalp rahatsızlığı olan bireyler için altın standart denilebilir. Kalbiniz için dişlerinizi kurtarın. Diş eksikliğini önemsememek, kalbinizin çöküşünü hızlandırmak demektir. Her eksik diş, kalp sisteminde bir yük daha oluşturur. Bugün ihmal edilen bir boşluk, yarın sizi yoğun bakım kapısına götürebilir. "Her sabah aynaya baktığınızda eksik bir diş görüyorsanız, bilin ki eksilen sadece estetik değildir. Eksilen; sağlıktır, yaşam kalitesidir, belki de ömürdür."

Yazın dişleriniz havuzda eriyor olabilir! Uzmandan kritik uyarı: “Parlayan diş, sağlıklı diş değildir” Haber

Yazın dişleriniz havuzda eriyor olabilir! Uzmandan kritik uyarı: “Parlayan diş, sağlıklı diş değildir”

Ağız, Diş ve Çene Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Birkan Taha Özkan, "Yaz mevsimiyle birlikte yüzme havuzları dolup taşarken, diş sağlığını tehdit eden büyük bir tehlike göz ardı ediliyor. Klorlu havuzlarda kontrolsüz pH seviyeleri, özellikle genç yüzücülerde diş minesinin çözünmesine, hassasiyet artışına ve çürük oluşumuna neden oluyor" dedi. Özkan, konuyla ilgili yaptığı açıklamada, "Son 5 yılda ‘havuz erozyonu’ nedeniyle başvuran hasta sayısında 3 kat artış gözlemledik. Türkiye’deki havuzların yüzde 68’i güvenli pH aralığının dışında. Bu da diş minesinin mikron mikron erimesine yol açıyor. Havuz suyu gözleri yakmasının ötesinde, dişleri de aşındırıyor" diye konuştu. "Bilimsel verilerle açıklanan gerçekler" Sağlık Bakanlığı 2024 Denetim Raporunda Türkiye genelinde denetlenen 326 havuzun yüzde 68’inin pH değeri güvenli aralığın dışında bulunduğunu, özellikle kapalı spor salonu havuzlarında pH 6.4’e kadar düşerek diş minesini çözünür hale getiren bir ortam oluşturduğuna dikkat çeken Özkan şöyle devam etti: "Journal of Dental Research (2023): Olimpik sporcularda yapılan incelemelerde, yüzde 74’ünde diş minesi erozyonu tespit edildi. Haftalık 8 saatten fazla klorlu suya maruz kalan bireylerde diş minesinin ciddi şekilde aşındığı gözlemlendi. Asit maruziyetinde 5 dakika sonra mine yüzeyinde mikroçatlaklar oluşmaktadır. İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Klinik Verileri (2023): 15-25 yaş grubu aktif yüzücülerde ortalama 0.43 mm mine kaybı tespit edildi. Bu oran, normal bireylerin 4 katı." Özkan: mine gittikten sonra geri getirmenin mümkün olmadığını ifade ederek, "Parlayan diş, sağlıklı diş değil. Hastalar bazen ‘dişim beyazladı, parladı’ diye geliyor. Oysa bu, mine tabakasının incelip alttaki dentin renginin yansımasıdır. Yani diş, parlaklaştığı anda aslında savunmasız hale gelmiştir. Çocuklarda süreç çok daha hızlı. 12 yaş altı çocukların diş minesinin kalınlığı, yetişkinlere göre %30 daha azdır. Bu da klor maruziyetinin çocuklarda 2 kat daha hızlı erozyona yol açtığı anlamına gelir. İstanbul’da yüzme kurslarına katılan çocukların yüzde 41’inde bu durum erken evrede görüldü." Tek seansla başlayan süreç. Klorlu havuz suyunda pH seviyesi 6.8’in altına düştüğünde, diş minesinin %97’sini ana yapısı olan hidroksiapatit kristalleri çözülmeye başlar. Sadece 1 yüzme seansı bile 1-3 mikronluk mine aşınması oluşturabilir. En büyük yanlış. Havuzdan çıkar çıkmaz diş fırçalamak, asitle yumuşamış mineyi zımpara gibi kazımak demektir. En az 30 dakika bekleyin, ardından florürlü ve aşındırıcı olmayan bir macunla fırçalayın" dedi. Özkan, diş sağlığını tehdit dden 5 kritik riski ise şöyle sıraladı: "Klor Kokusuna Aldanmayın: Güçlü koku, yüksek klor değil, kloramin birikimidir. Bu madde mineyi aşındıran asidik yapıyı tetikler. Tuzlu Havuzlar Daha Zararlı Olabilir: Tuzlu su sistemlerinde elektrolizle açığa çıkan hidrojen peroksit, diş minesini klordan daha agresif biçimde aşındırabilir. Dişteki Renk Değişiminin Gerçek Nedeni: Mine aşındıkça alt tabaka olan sarı dentin görünür hale gelir. Bu, genellikle yanlışlıkla "beyaz leke" sanılır ama aslında erozyon belirtisidir. Standart Ağız Koruyuculara Dikkat: Uygun olmayan koruyucular, havuz suyunu ağız içinde hapsederek mineye 3 kat daha uzun temas süresi yaratır. Diş Macunu ve Klor Etkileşimi: Florürlü diş macunlarındaki sodyum lauril sülfat, klor kalıntılarıyla birleştiğinde aşındırıcı kimyasal reaksiyonlar başlatabilir." Özkan’dan koruyucu stratejileri ise şöyle sıraladı: "Dijital pH Ölçüm Cihazı Kullanın: Havuz suyunun pH’ı 7.2’nin altındaysa yüzmekten kaçının. Kalsiyum Fosfat İçeren Ağız Spreyleri: Yüzme sonrası ağız içini dengeleyerek asidik etkileri nötralize eder. Gece Florür Jeli Uygulaması: Haftada 2 gece 5.000 ppm’lik jelle yapılan 5 dakikalık uygulama, mine dokusunu onarır. Biyofilm Temizliği: Ayda 1 kez alkalin peroksit içeren ağız gargarası, klorun diş yüzeyine tutunmasını engeller. Riskli Dişlerin Güçlendirilmesi: Havuz hasarı olmadan mine çatlaklı, gizli çürüklü ve önceden aşınmış riskli dişlerinizi güçlendirmek amacıyla Yarık Örtücü ve Anatomik Dolgu gibi diş tedavilerinizi yaptırabilirsiniz." Özkan son olarak, havuzların göründüğü kadar masum olmadığını söyleyerek, "Diş minesi erozyonu sessiz ilerler. Sıcak bir çayda irkiliyorsanız, gece uykunuzda dişleriniz sızlıyorsa, nedenini başka yerde aramayın. Sıklıkla havuza giriyorsanız, dişleriniz suyun içindeki görünmeyen asitlerle savaşıyor olabilir. Biz diş hekimleri için artık yaz ayları ‘havuz hasarı onarma sezonu’na dönüştü. Bu durum bir birey değil, tüm toplum sağlığını ilgilendiren bir problemdir. Önlem basit, farkındalıkla başlar" dedi.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.