TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

# Medline Adana Hastanesi

İLKHABER-Gazetesi - Medline Adana Hastanesi haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Medline Adana Hastanesi haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Uzman Karaçiçek'ten kadınlara tavsiye , güçlü ve zayıf yönlerinizle yüzleşin Haber

Uzman Karaçiçek'ten kadınlara tavsiye , güçlü ve zayıf yönlerinizle yüzleşin

Çoğu kadının günümüzün modern yaşam şekli içerisinde iş, ev ve sosyal hayat arasında sürekli bir koşturmaca halinde olduğunu ve bunun sonucunda anksiyete, depresyon ve tükenmişlik sendromu gibi çeşitli psikolojik rahatsızlıklara daha yatkın hale geldiğin anlatan Medline Adana Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Fulda Karaçiçek, kadınlara hayatlarını güzelleştirecek şu 7 öneride bulundu: Kendinize şartsız değer verin Kişi, kendi değerini dışarıda aramamalıdır. Çünkü kendini değerli hissedebilmek için şartlara ihtiyaç duymak, kişinin kendisine şartlı olarak değer verdiği anlamına gelir. Oysa ki kendine şartsız değer vermek, kişinin kendini her zaman sevmesi ve olduğu gibi kabul ederek saygı duymasıdır. Bu da kişinin kendine olan inancını, özgüvenini arttırarak hayatını pozitif bir şekilde yaşamasını sağlar. Bu nedenle her şartda kendinize değer vermeyi öğrenin. Kendinizle yüzleşin Sizi siz yapan özelliklerinizi sizden iyi kimse bilemez. Bu nedenle, güçlü ve zayıf yönlerinizle cesursa yüzleşin. Bu sizi daha güçlü kılarken, kendinizi sevmenin kapılarını da ardına kadar açacak ve bu şekilde huzurlu, mutlu bir geleceğe taşıyacaktır. Mükemmeliyetçilik duygusuyla başa çıkın Kusursuzluk arayışı bireyin kendini endişeli ve gergin hissetmesine sebep olur. Bu durum ise bir süre sonra bireye zarar verebilir. Bu nedenle daha zayıf, daha başarılı, daha güzel, daha iyi anne, daha iyi bir eş veya sevgili olmak için amansız bir çaba için mücadele etmeyi bırakın. Bunun yerine yeterince çaba göstermeye gayret edin ve bunun farkında olarak durumun tadını çıkartın. İlişkiyi hayatınızın merkezine koymayın Tüm hayatı tek bir kişiye göre şekillendirmeye çalışmak, bağımlı bir kişilik yapısına yol açar. Bu, kişinin kendi gelişimi açısından sorgulaması gereken önemli bir durumdur ve yıllar içinde kadında geçmeyen bir kırgınlık hissi oluşur. Bu nedenle hayatınızdaki insanı sevin, ona değer verin fakat kendinizi de asla yok saymayın. Suçu hep kendinizde aramayın Aldatmanın temelinde sanılanın aksine ne güzel ya da çirkin olmak ne kişisel bir eksiklik ne de yetersizlik yatar. Aldatmayı tek bir nedene bağlamak mümkün değildir. Ancak kadınlar aldatıldıklarında genellikle suçu önce kendilerinde ararlar ve ‘Benim neyim eksik, bende neyi bulamadı, ben neyi karşılayamadım’ düşüncesine kapılırlar. Oysa aldatma insanlık tarihinden bu yana var ve bunun ne yetersizlik ne değersizlik ne de güzel veya çirkin olmakla doğrudan bir ilişkisi bulunur. Bundan dolayı bir aldatma durumunda suçu sadece kendinizde aramayın, olaylar yatıştıktan sonra tekrar değerlendirin ve sonrasında yaşadıklarınızdan dersler çıkartın. Kadın arkadaşlarınıza vakit ayırın 21. yüzyılda da yaşasak toplumdaki ataerkil sistem içerisinde dayanışma olmaksızın hak kazanabilmek hala oldukça güç. Ancak benzer duygularla benzer olayları yaşayan kişiler birbirlerini en iyi şekilde anlayabilirler. Bun nedenle gerçek kadın dostların birbirlerine verdikleri destek çok kıymetlidir. Bu durum yalnızlık hissine kapılmanızın önüne geçerken aynı zamanda kendinizi daha güvende hissetmenizi de sağlar. Bedensel değişimlere hazır olun Bedeninizle her daim barışık yaşayın. Yaşla beraber gelişecek bedensel değişimlere hazır olun. Bununla birlikte kadınlarda doğurganlığın tamamen bittiği, hayatlarında yeni bir dönem olan menopoz hakkında da bilinçli olun. Artık doğurganlık bitmiş olsa da bu dönemim dünyanın sonu olmadığının farkına varın. Menopozdan korkmayın ve bu dönemde yapılacak basit yaşam şekli değişikliklerinin fiziksel ve psikolojik olarak sağlıklı ve mutlu bir dönemi beraberinde getireceğini unutmayın.

Uzman Psikolog Fulda Karaçiçek: Depremin ardından artan rahatsızlıklarla başa çıkma yolları Haber

Uzman Psikolog Fulda Karaçiçek: Depremin ardından artan rahatsızlıklarla başa çıkma yolları

Medline Adana Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Fulda Karaçiçek, bu tarz büyük afetlere maruz kalan insanlarda bir takım geçici ya da kalıcı psikolojik sorunlar ortaya çıkabildiğini belirterek bu durumla baş edebilmek için yapılması gerekenleri anlattı. Depremden toplumun tamamı etkilendi Depremin oluşturduğu psikolojik sorunların sadece bölgede olayı bizzat yaşayanları etkilemediğini, kitle iletişim araçları sayesinde toplumun tamamına yayıldığını kaydeden Psikolog Karaçiçek, “Bunun sonucunda bireylerde uyuşukluk, dalgınlık, duygusal tepkisizlik, donukluk, hiçbir şey hissetmeme, sadece bir noktaya bakıp dalma, gerçeklikten uzaklaşma, yer ve zaman algısının bozulması, çevrede olup bitenlerin farkına varma halinde azalma, çevreyi ve kendisini olduğundan farklı, yabancı, değişik algılama, depremden öncesinde, deprem esnasında veya sonrasındaki olayları hatırlayamama gibi durumlar yaşanabiliyor. Bunun yanı sıra çarpıntı ve nefes darlığı gibi bazı bedensel yakınmalar da gelişebiliyor” diye konuştu. Sorun kalıcı hale gelmeden çözülmeli Geçen yıl yaşanan yıkıcı deprem gibi büyük ve travmatik olaylar sonrasında en fazla rastlanan rahatsızlıkların depresyon, akut stres bozukluğu ve travma sonrası stres bozukluğu olduğunu söyleyen Psikolog Karaçiçek, kabuslar, yabancılaşma, depremi hatırlatan mekân ve yerlerden kaçınma gibi sorunlarla kendini gösteren bu rahatsızlıkların tedavi edilmemesi durumunda sorunun kalıcı hale gelebilirken bundan bireyin sosyal ve iş çevresinin de olumsuz etkileneceğini belirtiyor. Yas süreci uzamışsa dikkat! Uzman Klinik Psikolog Karaçiçek, yaşam boyunca kontrol edilebilen olayların dışında kontrol dışında gelişen ve derinden etkileyen olaylara da maruz kalındığını belirterek, “Kontrol edemediğimiz ve bizi en çok etkileyen olayların başında ise kayıplar gelir. Sevilen bir yakının kaybı neticesine ondan yoksun kalma durumunda da yas tutarız. Yas süreci ise normal, yaşanması gereken çok doğal bir süreçtir ve müdahale edilmemesi gerekir. Ancak yas süreci, zaman içinde yaşanan duygularda bir azalma olmadan devam eder ve durumu kabullenme gerçekleşmiyor hatta daha da şiddetleniyorsa bir depresyondan söz edilebilir. Bu durumda profesyonel bir destek alınması doğru olacaktır” dedi. Travmayı atlatmak için neler yapılabilir? Deprem travmasıyla başa çıkabilmek için rutin işlere dönmenin ve sosyal yaşamı devam ettirmenin önemine değinen Psikolog Karaçiçek, bunun için yapılabilecekleri de şöyle sıraladı: “Depremden korunmaya yönelik olarak bilinçli ve tedbirli olmak için gerekirse bir eğitime katılarak bu konuda kendinizi geliştirmeniz sizi korkunuzla başa çıkmada daha güçlü kılacaktır.Depremin yıl dönümünde haber izlemek bireyi hissizleştirirken stres ve kaygıyı ise artıracaktır. Ayrıca kişiyi içinde bulunduğu andan koparır ve geçmişe görürür. Bundan dolayı sadece güvenilir kaynaklardan ve sınırlı sürelerle haber alınması doğru olacaktır.Kayıpları olanlar doğal olarak bir yas süreci yaşadılar. Bu kaybın beklenmedik, ani, travmatik bir kayıp olması acıyı normalin üzerinde şiddetlendirebilir. Ancak artık hayatın bir şekilde devam ettiğini kabul ederek tamamen aile, iş ve sosyal hayata odaklanılmalıdır. Kayıp yaşayan kişilerin ölümü idrak etmesi, acısını yaşaması, günlük düzenini kaybettiği kişi olmadan yeniden oluşturması gerekir. Ancak bu düzen hala kurulamamışsa bu durum bir depresyona işaret edebileceğinden destek alınması önemlidir. Yaşanan travma sonrası ortaya çıkan, çoğunlukla çok şiddetli olmayan belirtiler genellikle bir süre sonra kendiliğinden düzelir. Ancak kişi bu durumla başa çıkmakta hala zorlanıyorsa profesyonel bir yardım istenebilir. Depremden doğrudan ya da dolaylı etkilenmiş çocuklara, verilecek olumsuz tepkiler ile o anların yeniden hatırlatılmaması ve artık güvende olduklarının en yoğun şekilde hissettirilmesi gerekir.”

Uzman uyardı: Ağrı, kanama ve şişlik kanserin habercisi olabilir Haber

Uzman uyardı: Ağrı, kanama ve şişlik kanserin habercisi olabilir

Medline Adana Hastanesi İç Hastalıkları ve Onkoloji Uzmanı Doç. Dr. Veysel Haksöyler, “Erken teşhis için vücuttaki değişimleri dikkatli bir şekilde takip etmek gerektiğini unutmamalıyız” diyerek önemli bilgiler paylaştı. Tedavide başarı oranları artıyor Özellikle son 20 yılda stresli hayat, obezite, çevre kirliliği, hareketsiz yaşam, tütün kullanımı ve işlenmiş gıdaların aşırı tüketimi gibi faktörlerin etkisi ile kanserin görülme sıklığında belirgin bir artış olduğunu anlatan Doç. Dr. Haksöyler, “Ancak bu artışın nedenleri arasında sağlık taramalarının günümüzde daha fazla yapılması ve teknolojinin ilerlemesi de önemli bir yer tutmaktadır. Buna rağmen, erken teşhis konusunda daha bilinçli olunması ve tedavilerdeki ilerlemeler sayesinde kanser vakalarının iyileşme oranlarında da olumlu gelişmeler yaşanmaktadır” diye konuştu. Vücuttaki değişimler takip edilmeli Kanseri erken dönemde fark ederek tedavide geç kalmamak için düzenli tarama testlerini yaptırmanın yanı sıra vücudumuzdaki muhtemel değişimleri de gözden kaçırmamamız gerektiğini ifade eden Doç. Dr. Haksöyler, kanserin öne çıkan 3 önemli belirtisini şöyle sıraladı: Ağrı Vücudun en sık verdiği uyarılardan biri olan ağrı, birçok sebepten dolayı gelişebilir. Bu nedenlerden biri de kanserdir. Kan damarlarında tıkanmaya bağlı dolaşım bozukluğu ya da vücutta gelişen bir tümörün sinirlere bası yapması gibi nedenler ağrıya yol açabilir. Ya da örneğin omuz, göğüs veya sırt ağrıları akciğer kanserinin belirtisi olabilir. Kanama Tükürükte veya balgamda kan gelmesi ilk anda akciğer kanserini akla getirir. Bu durum üst solunum yolları ile ilgili bir kanserden de kaynaklanabilir. Makattan kan kaybı ise kolon kanserinin belirtilerinden biri olabilir. İdrardan kan gelmesi, mesane, böbrek veya diğer idrar yolları kanserlerinin işaretleri arasında yer alırken kadınlarda vajinal kanamaların nedenleri arasında rahim veya rahim ağzı kanseri öne çıkar. Şişlik Vücutta oluşabilecek şişlikler de kanserin önemli belirtileri arasında yer alır. Yumuşak dokuda ya da kemiklerde gelişen tümörler kendilerini şişlikle belli ederler. Boyun, koltuk altı ve kasıklarda lenf bezlerinin şişmesi lenfoma sebebiyle olabilir. Kanser veya lenfoma nedenli lenf bezi büyümeleri genellikle ağrısız bir şekilde seyreder. Her belirti kanser demek değildir. Doç. Dr. Haksöyler, fark edilebilecek çoğu belirtinin sadece kansere özgü olmayıp farklı hastalıkların işareti olabileceğini de kaydederek, “Örneğin kanamalar; boğazda tahriş, diş eti hastalıkları, mide kanaması veya böbrek taşı gibi nedenlerle olabilirken, şiddetli bir soğuk algınlığı sırtta, göğüste ağrıya yol açabilir. Veya bazı cilt dokularında ödem ya da küçük travmalar nedeniyle şişlikler meydana gelebilir. Bu nedenle kendinizde bir farklılık gördüğünüzde panik olmadan ama durumu ciddiye alarak kontrol olmak önemlidir” şeklinde konuştu. Haksöyler, muhtemel bir kanser tanısında, doğru zamanda ve doğru tedaviler uygulandığında, kaynaklandığı organ ve türü ne olursa olsun yüz güldürücü sonuçlar elde etmenin mümkün olduğunu söyledi.

Stres altında kalmak tüp bebek başarısını etkiliyor Haber

Stres altında kalmak tüp bebek başarısını etkiliyor

Kadın Hastalıkları ve Tüp Bebek Uzmanı Dr. A. Hamdi Karanfil, tüp bebek tedavisinde genellikle stresin infertiliteyi, infertilitenin ise stresi tetiklediğini söyledi. Tüp bebek tedavisinin, psikolojik, sosyal ve ekonomik etkileri olan zorlu bir süreç olduğunu ifade eden Medline Adana Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Tüp Bebek Uzmanı Dr. A. Hamdi Karanfil, tedavi sürecinde stresle doğru ve etkili bir şekilde başa çıkmanın yollarını anlattı. İnfertilite en fazla anne adayını etkiliyor Dr. Karanfil, hayatta her bireyin az ya da çok bir stres yaşadığını kaydederek, “Stres kişinin fiziksel ve psikolojik dengesinin bozulmasına gösterdiği bir tepki durumudur. Ancak strese tepki verme şeklimiz, genel huzurumuzun üzerinde bir etki oluşturur. Gündelik yaşamda strese neden olabilecek iş hayatı, mali durum, ilişkiler, bir yakının kaybı ve gündelik sorunlar gibi birçok etken vardır. İnfertilite basit bir jinekolojik rahatsızlık olmayıp özellikle anne adayını biyolojik, psikolojik ve sosyal açıdan son derece olumsuz etkileyen, bunun sonucu olarak da sağlık ve yaşam kalitesini düşüren bir durum” dedi. Süreç uzadıkça stres de artıyor İnfertilite sorunu olan kadınların yüksek düzeyde stres ve anksiyete yaşamalarının altında yatan en önemli sebebin infertiliteye bağlı yaşanan; annelik duygusunun, üretkenliğin, benlik saygısının ve genetik devamlılığın kaybı olduğunu anlatan Dr. Karanfil, bu konuda yapılan çalışmalarda stresin infertiliteye nasıl yol açtığı konusunda çeşitli görüşler olduğunu söyleyerek, hamile kalamayıp süreç uzadıkça, stres seviyesinin de hızla yükseldiğini kaydetti. Stres erkeleri de etkiliyor Erkek kısırlığı ve stres arasında da bir bağlantı bulunduğuna değinen Dr. Karanfil, stresin erkeklerde testosteron hormonunu ve sperm üretimini düşürdüğünü ayrıca sertleşme sorunlarına (iktidarsızlık) yol açabildiğini söyledi. Gerekirse psikolojik destek alın Birçok çiftin uzun zaman doğal yollarla bebek sahibi olmaya çalıştıktan sonra başvurdukları tüp bebek tedavisinde genellikle stresin infertiliteyi, infertilitenin ise stresi tetiklediğini söyleyen Dr. Karanfil, “Bu gibi bir kısırdöngü durumunda stresi yönetmek ve mümkün olduğunca ondan uzaklaşacak yoları bulmak gerekir. Bunun için gerekiyorsa bir uzmandan psikolojik destek almak da faydalı olabilir” diye konuştu. Karanfil, tedavi sürecinde stresten kaçınmak için yapılabilecekleri şöyle sıraladı: “Tedaviniz için kolay ulaşabileceğiniz, güvendiğiniz bir merkezi seçin. Doktorunuzdan tedavinizin tüm aşamalarında mümkün olduğunca sık bilgi alın Üçüncü şahısların ve kaynağını bilmediğiniz bilgilerin etkisinde kalmayın. Tedavi sürecinizde size akıl vermeye kalkan kişilerden uzaklaşın Tedaviniz sizin özelinizdir, meraklı kişilerin sorularını cevaplamak zorunda olmadığınızı unutmayın Duygularınızı bastırmayın, tüm endişelerinizi doktor ve hemşireniz ile çekinmeden paylaşın Stresinizin nedenlerini belirleyin ve olabildiğince bunlardan uzak durmaya çalışın Stres yönetimi konusunda bilgilenin, etkili başa çıkma yollarını öğrenin Rahatlama ve nefes alma tekniklerini uygulayın Kontrol altına alamayacağınız, sizin dışınızda gelişen sorunları kabul edin Güvendiğiniz bir arkadaşınız veya gerekirse bir psikolog ile duygularınızı paylaşın Tedavi dışında kendinize eğlenmek ve rahatlamak için zaman ayırın Aktif olun; sosyalleşin, spor yapın, kitap okuyun, müzik dinleyin Tedavi sonucunu düşünmeden her geçtiğiniz aşamayı başarı olarak kabul edin Tedavinin her aşamasından sonra kendinizi ödüllendirin Çiftlerin birbirlerine olan desteği çok önemlidir. Birbirinizden desteğinizi esirgemeyin”.

Öfkenizi 8 adımda kontrol edin Haber

Öfkenizi 8 adımda kontrol edin

Günümüzün stresli yaşam şartları sık sık öfkelenmemize yol açabiliyor. Uzmanlarca oldukça doğal bir duygu olarak tanımlanan öfke, özellikle insanı harekete geçirme noktasındaki bazı durumlarda gerekli olsa da kontrol edilemediğinde genellikle yıkıcı ve olumsuz tepkiler olarak karşımıza çıkıyor. Öfkenin, yaygın ve doğal bir duygu olduğunun söyleyen Medline Adana Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Fulda Karaçiçek, “Ancak öfke, kronikleşen ve kontrol edilemeyen bir hal alıyorsa önemli sorun var demektir. Bu durum kişinin sağlığını tehdit ederken, kariyerini ve sosyal ilişkilerini de olumsuz etkiler. Oysa ki bazı önlemler ile öfkeyi kontrol altına almak mümkündür” diyerek önerilerde bulunuyor. Öfke çeşitli belirtilerle kendini gösteriyor Öfkenin kimi zaman karşımıza sadece bir söylem olarak çıkmadığını ifade eden Uzman Klinik Psikolog Karaçiçek, “Seviyesi arttıkça insan vücudunda bazı belirtiler de ortaya çıkıyor. Kan basıncının yükselmesi, aşırı gergin bir ruh hali, nefes alıp vermede düzensizlik, kalp atışlarında hızlanma, adrenalin seviyesinde belirgin yükselme gibi belirtiler öfkenin fiziksel hali olarak değerlendiriliyor. Sabırsızlık, kişilerle iletişim kuramama, bir eşyaya vurma ya da kişiye şiddet uygulama, diğer insanlara sözlü saldırı gibi belirtiler ise öfkenin davranışsal belirtileri olarak tanımlanıyor” dedi. Sizi neyin öfkelendirdiğini bulun Öfkeyi tümüyle ortadan kaldırmak mümkün değil. Ancak bu duyguyla yapılan davranışları kontrol edebilmek, bireyin ve toplumun sağlığı açısından oldukça önemli. Uzman Klinik Psikolog Karaçiçek, ilk olarak öfkenin altında yatan sebeplere odaklanmak gerektiğini belirterek “Öncelikle duygulara kulak vermeli ve “Ne oldu da ben öfkelendim, beni kızdıran şey neydi?” sorusunu kendi kendine sormak gerekir. Bu sayede sizi neyin öfkelendirdiğini fark ederek bununla baş etme yollarını bulma şansınız olur” diyor ve öfke kontrolü için yapılması gerekenleri şöyle sıraladı: “Öfke duygusunun yok edilemeyeceğini unutmadan öfkenizin seyrini tanıyın. Bedeninizden gelen sinyalleri dinleyin. Olayın gelişimini, süreçleri ve alınan tepkileri anlamaya çalışın. Öfke paylaşılmadan yok olmaz. Bu nedenle duygu ve düşüncelerinizi net ifade edin. Karşınızdakine söz hakkı tanıyın ve dikkatinizi onun yanıtlarına odaklayın. İşin içinden çıkamıyorsanız konuşmayı başka bir zamana erteleyin. Öfkenizi kontrol edemiyorsanız, öfke doğuran ortam ve durumdan uzaklaşın. Karakteriniz ne olursa olsun bir başkasına zarar verme hakkınız olmadığını aklınızdan çıkartmayın.”

“Sessiz hırsız osteoporoz hastalığı kemikleri çalıyor” Haber

“Sessiz hırsız osteoporoz hastalığı kemikleri çalıyor”

ADANA(İLKHABER)- Halk arasında ‘kemik erimesi’ olarak da adlandırılan osteoporoz, erken dönemde büyük sorunlara neden olmasa da yaş ilerledikçe kemiklerde hasar oluşumuna ve kırılmalara yol açabiliyor. Osteoporozun en dikkat çekici yönü ise genellikle kemikte kırık meydana gelmeden önce sessiz bir hırsız gibi ilerleyerek, hiçbir belirti vermemesi oluyor. Günümüzde 50 yaşın üzerindeki her 3 kadından birini tehdit eden osteoporoz, ileri yaş erkeklerde de görülüyor. Medline Adana Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Adam, toplumda en sık görülen metabolik kemik hastalığı olan ve artık bir halk sağlığı sorunu haline gelen osteoporoz hakkında önemli bilgiler verdi. "Risk yaşla beraber artıyor" “Bebeklik ve çocukluk döneminde artan kemik kitlesi 30-35 yaşlarında zirve yaparken daha sonra her yıl ortalama yüzde1 azalıyor. Kadınlarda menopoz sonrası ilk yıllarda östrojen hormonunun koruyucu etkisi ortadan kalkınca yıllık kayıp oranı yüzde 3 ila 5’e kadar çıkabiliyor” diyen Prof. Dr. Adam, bunun altında yatan nedeni ise kadın anatomik yapısındaki kemik yoğunluğunun erkeklere göre daha az olması şeklinde açıklıyor. "Kalça kırıkları hayatı tehdit ediyor" Osteoporozun en korkulan ve istenmeyen bulgusunun 80’li yaşlarda görülen kalça kırığı olduğunu ifade eden Prof. Dr. Adam, bu çağlarda kalça kırıklı hastaların yüzde 20-25’inin altta yatan diğer hastalıklarının da etkisi ile hayatlarını kaybettiklerini söyleyerek ekliyor: “Osteoporoza bağlı omur kırıkları ise kendini sırt ağrısı olarak gösterir. Devam eden süreçte boy kısalması, kamburluk, karın içi organlara bası sonucu kabızlık, yanma gibi mide ve bağırsak sorunları görülür. Osteoporoza bağlı en sık görülen kırık ise el bilek kırıklarıdır. 50’li yaşlarda basit düşme sonucu görülen el bilek kırıkları günlük yaşam aktiviteleri bozan önemli bir unsurdur.” "Korunma çocuk çağında başlamalı" Osteoporozdan korunmanın çocukluktan başlaması gerektiğini söyleyen Prof. Dr. Adam, “Zengin kalsiyum içeriğine sahip besinlerin günlük tüketilmesi, güneş ışınlarından faydalanılarak yeterli D vitamin alınması ve düzenli egzersiz ile kas kitlesini, dolayısı ile kemik kitlesini arttırmak mümkündür. Yapılacak egzersizler yerçekimine karşı direnç egzersizleri olmalıdır. Basketbol, voleybol, ip atlama, koşma vb. egzersizler erken dönemlerde tercih edilirken, ileri yaşlarda ise yürüyüş hatta sadece yerinde yaylanma hareketi bile yeterli olacaktır. Ayrıca D vitamin kan değerleri çok düşük ise D vitamini takviyesi, sigara ve alkolden uzak durulması, soda ve kolalı içeceklerin tüketilmemesi, çay ve kahve tüketiminin günde 2-3 fincan ile sınırlandırılması önerilir. İlaç tedavisi gereken bireylerde ise ilk tercih bisfosfonat grubu ilaçlardır” diyerek bisfosfonatların yetersiz kaldığı ya da yan etkisi nedeniyle kullanılamadığı durumlarda ise daha başka ilaç seçeneklerinin gündeme gelebileceğini anlatıyor. Erkekler de risk atında Erkeklerde erken dönemde düşük enerjili bir travma ile kemik kırığı oluşmasının osteoporoza karşı uyarıcı olması gerektiğini de kaydeden Prof. Dr. Adam, “Erkek osteoporozunda araştırılması gereken durumlardan biri hipogonadizmdir (Cinsiyete özgü seks hormonlarının hiç olmaması veya yetersiz olması). Erkeklerde koruyucu ve tedavi edici yaklaşımlar ise kadınlarla aynıdır” diyor. Kimler osteoporoz riski altında? 3 aydan uzun süre kortizon kullananlar Hipertiroidi hastaları Antiepileptik ilaç kullananlar Aile öyküsünde osteoporoz olanlar 1 aydan uzun süre yatak istirahati alanlar Ailesinde kalça kırığı olanlar Menopoz dönemindeki kadınlar Boy kısalması olanlar.

10 adımda 'Sonbahar cilt bakım rutini' Haber

10 adımda 'Sonbahar cilt bakım rutini'

(İLKHABER)- Esasında yılın her mevsimi cilt bakımı için önemlidir. Ancak özellikle sonbahar aylarında cilt sağlığımız için bakım rutininde çok daha hassas davranmamız gerekir. Bunun nedeni ise yaşam rutinimizdeki değişiklikler, sert esen rüzgârlar, soğuk havalar ve düşük nem oranlarının cildimizi kuru ve gergin hale getirmesidir. Medline Adana Hastanesi Dermatoloji Uzmanı Dr. Nalan Kükürt, uzun ve sıcak yaz aylarında kızgın güneşin kuruttuğu, deniz tuzu ve klorun yıprattığı cildin ihtiyaç duyduğu bakımı yapabilmek için sonbahar aylarını bir fırsat olarak değerlendirilmesi gerektiğini söyledi. Uzman Dr. Kükürt, önümüzdeki aylarda yaşanması muhtemel cilt sorunlarının önüne geçmek için yapılabilecek adımları şu şekilde sıraladı: 1- İlk adım cilt temizliği Cilt bakımı rutinindeki ilk adım her zaman temizlik olmalı. Cilt tipinize uygun bir ürün ile cildinizi temizleyerek sonbahar için iyi bir başlangıç yapabilirsiniz. Sabun veya alkol içerikli cilt temizleme jeli yerine makyaj temizleme sütü veya köpük formundaki ürünleri kullanın. Eğer çok kuru bir cildiniz var ise önlem olarak temizleyici ürünlerden yağ bazlı olanları tercih edin. Özellikle akşamları yatıştırıcı etkiye sahip çift uygulama yapmanız oldukça faydalı olacaktır. 2- Cildinizi nemli tutun Vücut normal şartlarda kendi nemini dengelemeye çalışır. Ancak bu durum havaların sertleştiği dönemlerde yeterli olmayabilir. Bu nedenle soğuk ve rüzgarlı havalarda cildinizin nem dengesini koruyun. Bunun için kullanacağınız nemlendirici ürünler içerisinden, losyon, süt, krem, serum, balm gibi seçeneklerden birini tercih edebilirsiniz. Ancak bunlar arasından seçeceğiniz ürün mutlaka cilt tipinize uygun olmalı. Vücut için kullandığınız body butter, nemlendirici yağ vb. ürünleriniz de varsa bunları kesinlikle yüzünüz için kullanmayın. 3- Çok sıcak duş almayın Günün yorgunluğunu atmak için rahatlatıcı bir sıcak duş veya banyo yapmak her zaman iyi bir fikirdir. Ancak bunun cilt üzerinde olumsuz bir etkisi olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Çünkü sıcak suyla yapılan duş cildinizi kurutur ve doğal yağlarını temizleyebilir. Bu nedenle duşta çok fazla kalmayın ve ılık suyu tercih edin. 4- Sonbahar güneşinden korunun Halk arasında genellikle cildi yaz güneşinden korumanın yeterli olduğu gibi yanlış bir algı bulunur. Oysa ki güneşin zararlı UV ışınları yıl boyunca cilt sağlığını tehdit eder. Bu nedenle dışarıya çıkacağınız zaman güneş kaynaklı leke görünümüne maruz kalmamak için cildinizi zararlı UVA-UVB ışınlarından koruyacak en az 30 SPF koruma faktörü içeren güneş kremi sürün. 5- Beslenmenize özen gösterin Neredeyse her biri antioksidan deposu olan sebze ve meyve ağırlıklı beslenmek metabolizmayı birçok hastalığa karşı korurken cildin yenilenmesine de büyük katkı sunar. Bu nedenle özellikle, C-E-A ve B vitaminlerini doğal yollardan almaya özen göstermek cilt sağlığı açısından oldukça önemlidir. Ayrıca, kuru ciltlerin çokça ihtiyaç duyduğu yağ dengesine kavuşması için Omega-3 ve selenyum içeren deniz mahsullerini bol miktarda tüketmeyi de ihmal etmeyin. 6- Düzenli spor yapın Sağlıklı olmanın yollarından biri de hareketli bir yaşam tarzını benimsemekten geçer. Bundan dolayı düzenli spor veya egzersiz yapmak büyük önem taşır. Özellikle açık havada yapılan bu tarz aktiviteler metabolizmanın kan dolaşımını hızlandırıp, cildin daha ışıltılı görünmesine yardımcı olur. 7- Bol su içmeyi ihmal etmeyin İnsan metabolizmasının yaklaşık yüzde 60‘ı sudan oluşur. Cildimiz kuruduğunda kırışıklıklar oluşmaya, sarkmalar gelişmeye başlar. Cildin bu duruma karşı olan maruziyetini en aza indirmek için neme, dolayısıyla suya ihtiyaç vardır. Bu nedenle susamasanız dahi günde en az 2 buçuk litre su tüketmeniz gerekir. 8- Sigarada uzak durun Sigaranın içinde bulunan zift ve nikotin gibi zararlı maddeler damarlarda daralmaya sebep olurlar. Bunun sonucunda damarların işlevinin bozulması ise cilt kuruluğuna, kırışıklık ve deride renk değişimlerine neden olurken erken yaşlanmaya da davetiye çıkartır. Bu nedenle sigara tüketimine son verilmesi önemlidir. 9- Uykunuza dikkat edin Uyku sırasında fiziksel ve zihinsel dinlenme süreci gerçekleşir. Ancak uyku esnasında bu süreçlerin yanı sıra fiziksel yenilenmeler de yaşanır. Kaliteli bir uykuda metabolizmanın cilde esneklik kazandıran kolajen üretimi artar ve nem dengesi korunmuş olur. Az ve yetersiz bir uykuda ise vücudun su dengesini bozulur ve kırışıklık oluşumu başlar. 10- Dudaklarınızı unutmayın Sonbaharda gelişen hava şartları dudaklar üzerinde de olumsuz etkiler gösterir. Böyle durumlarda dudakların çatlayıp yara halini almaması için nemlendirici ürünlere başvurmak gerekir. Bunlar arasında ise seçebileceğiniz lip balmdan, dudak yağlarına, kremlerden dudak maskelerine kadar cildinizi sonbaharın olumsuz etkilerinden koruyacak pek çok üründen birini seçebilirsiniz.

Migren iğnesi hastalar için umut oluyor Haber

Migren iğnesi hastalar için umut oluyor

Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Meliha Tan, migrenin koruyucu tedavisinde kullanılan migren iğnesinin son yıllarda migren ataklarını önlemede en etkili yöntemlerden biri olduğunu kaydetti. Medline Adana Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Meliha Tan, yaşam kalitesini düşüren ve günlük aktiviteleri olumsuz etkileyen hastalıklar arasında ilk sıralarda yer alan migrenin, kadınların yaklaşık yüzde 20’sini etkilerken erkeklerin ise yüzde 8’inde görüldüğünü söyledi. Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. Tan, nedeni henüz tam olarak bilinemediğinden kesin bir tedavisi olmayan migrende hedefin atakların önlenmesi ya da ataklar sırasında ortaya çıkan belirtilerin hafifletilmesi olduğunu anlatarak, migren ataklarını önlemede son yıllarda en etkili yöntemlerden biri olarak öne çıkan ‘migren iğnesi’ hakkında bilgiler verdi. Toplumda yaygın olarak görülüyor Migren tedavisinde uzun yıllardan beri atak önleyici tedavi olarak çeşitli ilaçlar (kalp tansiyon, depresyon, sara ilaçları vb.) kullanıldığını belirten Prof. Dr. Meliha Tan, “Migren sorunu toplumda çok yaygın olmasına rağmen, hastalar genellikle tedavilerden yeterince fayda göremezler. Bazı hastalar ise yan etkileri nedeniyle ilgili ilaçları kullanamazlar” diye konuştu. Her ay uygulanması gerekiyor Migrene yönelik araştırmalarda, ağrı gelişiminde kalsitonin gen ilişkili peptid (CGRP) adı verilen bir molekülün etkili olduğunun tespit edilerek bu yapıyı bloke eden ilaçlar geliştirildiğini kaydeden Tan, “Migren iğnesi olarak da bilinen ve 2018 yılında Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) tarafından migrenin koruyucu tedavisinde kullanılmak üzere onay alan bu iğneler son yıllarda migren ataklarını önlemede en etkili yöntemlerden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu iğneler, antikor olmaları nedeniyle her ne kadar ’aşı’ olarak tanımlansalar da klasik anlamda bildiğimiz aşılar gibi değildir ve her ay yapılması gerekmektedir” dedi. Tedavi doktor gözetiminde olmalı Özel enjektörler şeklinde hizmete sunulan migren iğnelerinin, insülin iğnesi gibi hasta tarafından, kimseye ihtiyaç duymadan kendi kendine uygulanabilir şekilde hazırlandığını anlatan Prof. Dr. Meliha Tan, ilk uygulamanın mutlaka doktor gözetiminde yapılması gerektiğini belirtti. Gebeler, emziren anneler ve 18 yaş altı kullanmamalı Migren iğnesi tedavisinin, 1 ay içinde en az 4 migren atağı geçiren yetişkinlerde kullanılmasının uygun olacağını ifade eden Prof. Dr. Meliha Tan, “Auralı ve aurasız migren atağı yaşayanlarda, kronik ve epizodik migren hastalarında, aşırı ilaç kullanmak istemeyen ya da ilaçlara tepki vererek yan etki yaşayan hastalarda migren enjeksiyon tedavisi önerilmektedir” derken, 18 yaş altında olan hastalar, gebeler ve emziren annelerde ise migren iğnesi tedavisinin kullanılmaması gerektiğinin vurguladı. Düzenli tedavi etkili oluyor Prof. Dr. Meliha Tan, “Yapılan araştırmalar, düzenli şekilde uygulanan migren iğne tedavisinin hastaların büyük kısmında fayda sağladığını ve yaşam kalitelerinde belirgin oranda bir düzelme olduğunu göstermiştir. Hastaların migren ağrısını yüksek doz veya uzun bir süre ağrı kesici kullanımı şeklinde doktor denetimi olmaksızın kendi başlarına kontrol etmeye çalışmaları farklı ve istenmeyen sorunların oluşmasına yol açabilir” diye konuştu. Prof. Dr. Meliha Tan, migreni tetikleyen faktörleri de şu şekilde sıraladı: “Uyku düzensizliği, aşırı parlak ışıkla çalışmak, öğün atlamak, parfüm ve boya-tiner gibi yoğun kokulara maruziyet, kadınlarda menstrüel periyod veya hormon içeren ilaçların kullanımı, yüksek sese maruziyet, mevsimsel değişiklikler, fiziksel ve duygusal stres.”

Medline Adana Hastanesi’nden prematüre gününe özel etkinlik Haber

Medline Adana Hastanesi’nden prematüre gününe özel etkinlik

Adana Medline Adana Hastanesi prematüre gününe özel etkinlik düzenledi. Etkinlikte bir konuşma yapan Yenidoğan Sorumlu Hekimi Yenidoğan Yoğun Bakım Uzmanı Dr. Bülent Aziz Özkan, “Anne karnında gelişimin tamamlandığı 37. haftaya ulaşmadan doğan bebeklerin hepsi tıbben ‘prematüre bebek’ olarak tanımlanır. Ülkemizde erken doğum oranının yaklaşık yüzde 12 olduğu düşünüldüğünde bu, her yıl neredeyse 150 bin bebeğin prematüre olarak dünyaya geldiği anlamını taşımaktadır” dedi. Anne-babaya büyük görev düşüyor Konuşmasında prematüre bebeklerin normal bebeklere kıyasla yaşamlarının özellikle ilk 2 yılında özel bir bakıma ihtiyaç duyduklarını ve bu durumun sadece hastane ortamı ile sınırlı kalmadığını da kaydeden Dr. Özkan, “Bu bebeklerin taşıdıkları enfeksiyon riski diğer yenidoğanlara göre çok daha yüksek olduğundan bakımlarında çok titiz olmak gerekir. Riskler, hastanede doğum sonrası bu konuda uzmanlaşmış hekimlerin kontrolünde en aza indirilirken, bebek taburcu edildikten sonra ise anne-babaya evde büyük görevler düşmektedir” dedi. Akranlarını 2 ila 4 yılda yakalıyorlar Bakımları iyi bir şekilde yapılan prematüre doğmuş bebeklerin ortalama 2 ila 4 yaş civarında normal akranlarını yakaladıklarını anlatan Dr. Özkan, “Aileler, bebeklerinin gelişimi konusunda dikkatli ve sabırlı olmalı, büyüme ve kilo izlemi, işitme taraması, göz sağlığı kontrolleri ve aşılama gibi hassas süreçler konusunda uzman bir ekiple birlikte hareket etmelidirler” diyerek düzenli hekim kontrollerinin aksatılmaması gerektiğini hatırlattı. Dr. Bülent Aziz Özkan, konuşmasının ardından etkinliğe katılan aileler ve Yenidoğan Yoğunbakım Sorumlu Hemşiresi Fatime Koyuncu ile birlikte özel olarak hazırlanan pastayı keserken, hastane palyaçosu da yaptığı gösteriler ile etkinliğe renk katıp neşeli anlar yaşattı.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.