Cahit İncefikir; Bırakalım doğa bir şekilde ekonomiyi yönetsin o zaman
Adana Tarım Platformu Sözcüsü Cahit İncefikir, Eylül ayı enflasyon verilerini değerlendiren Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in, ‘Eylül’de yüksek gerçekleşen aylık enflasyonda, gıda fiyatları belirleyici oldu. Zirai don ve kuraklık kaynaklı gıda enflasyonu, uzun dönem eylül ayı ortalamasının 3 puan üzerinde gerçekleşti ve aylık enflasyona 1,1 puan katkı yaptı.’ Açıklamalarının bilimsel verilerden uzak olduğunu söyledi.
İlkhaber Gazetesi'nden Serhat ŞANLI'nın haberine göre; İncefikir, “Eğer ülkedeki enflasyon doğal afete, kuraklığa, zirai dona bağlanacaksa, ekonomi bakanlıklarının ve tarım bakanlıklarının hiçbir işlevi yok demektir. Bırakalım doğa bir şekilde ekonomiyi yönetsin ya da doğanın kendisinin sunduğu rekolteler ya da arz talep dengesine göre bir ekonomik şekil oluşsun.” Dedi.
Ülkedeki rekoltelerin, arz talep dengesini sağlamamız gereken bir oluşuma, yapıya ihtiyacımız olduğuna değinen Cahit İncefikir, “Tamamen doğaya bırakırsak zaten doğa kendi yapısı içerisinde bunu bir şekilde sürdürecek, devam edecektir. Onun için bizlerin ve bakanlıkların enflasyonu bu tip şeylere yansıtmaları, bununla ilişkilendirmeleri doğru değildir.
Oysa bu tamamen bizlerin öngördüğü bilimsel çalışmalarla, bu riskleri görüp önceden neler ekmemiz gerektiğini, hangi dönemlerde ne ekmemiz gerektiğini, bununla ilgili ülkedeki rekolteleri, arz talep dengesini sağlamamız gereken bir oluşuma, yapıya ihtiyacımız var.” Diye konuştu.
Kuraklığın bundan sonra da devam edeceğini ve bu bağlamda çalışmaların yapılmasının önemine vurgu yapan Adana Tarım Platformu Sözcüsü Cahit İncefikir şu açıklamalarda bulundu; “Çünkü önümüzdeki dönemlerde de kuraklık devam edecek. Bundan böylede olabilecek bu küresel ısınma don ve afetlere karşı bizim yapmamız gerekenler zaten birçok kez söylediğimiz, anlattığımız konular içerisinde yer alıyor.
Doğaya bırakırsak doğa zaten kendi yapısı içerisinde bunu bir şekilde devam ettirecektir. Bizlerin öngörüp bilimsel çalışmalarla, ön alarak riskleri gözeterek, planlı öncelikler sağlayarak, hangi ürünü daha önce ekip, hangi dönemlerde etmemiz gerektiğini ya da bu tip afetlere karşı yatkın hangi cinsler, tohumlar onlarla bir şekilde tarımın yola devam etmesi gerekir.
Onun için enflasyonist ortamlarda bu tip şeyleri kullanmamak adına bilimsel çalışmalara devam etmek gerekir. Lisanslı depoculuğu her zaman söylediğimiz gibi geliştirilmesi gerektiğini ürünlerin bol olduğu senelerde ya da bu arz talep dengesinin sağlandığı senelerde bu lisanslı depoculukla bir şekilde ülkenin önümüzdeki arz talep dengesi adına bir şekilde depolanması, harmanlanması gerekir.
Tarımsal afetler kuraklık Zirai don ve buna benzer tarımsal faaliyetler yapılırken karşımıza çıkacak bu afetlerin önümüzdeki süreçlerde de devam edeceği bir gerçek. Tahmin ettiğimiz meteorolojik verilerin bundan böyle kuraklık, don ve buna benzer doğal afetlerle tarımımız mücadele etmeli.
Dolayısıyla tarımsal afetlere, dona ve küresel ısınmanın getirdiği handikapları dezavantajları yok etmenin yolları, bilimsel çalışmalar ile öngörülebilir tarım yapmak ve kuraklığa yatkın ürünler yetiştirmekten geçer.
Zaten iklim değişikliği ile beraber bitkisel üretimde yaşamış olduğumuz sorunlar nedeniyle çiftçilerimiz çok zor günler geçiriyor. Ayrıca son yıllarda piyasadaki daralma nedeniyle talep eksikliği, yatırımların düşmesi ve faizlerdeki yükselme sebebiyle tarım sektörümüz olumsuz etkilendi.
Unutmamalıyız ki, tarım, gıda güvenliğimiz ve gıdada dışa bağımlılığımızın olmaması için önemli ve stratejik bir sektördür. Ancak ucuz finansmana ulaşamayan çiftçi, ya girdilerinden kısıyor ya da yüksek faizle borçlanarak üretim maliyetini arttırıyor. Hal öyle olunca da kar değil zarar etmekte ve sektörden kopmalar ile karşı karşıya kalıyoruz. O bakımdan üretimde süreklilik ve gıda enflasyonunun düşmesi için üretimin ihtiyacı olan kredilerin yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.”
Küresel İklim Krizini Sık Sık Gündeme Taşıyoruz
Son 30-35 yıldır küresel iklim değişikliği konusunda bilim adamlarımız uyarıda bulunuyor. Bunun etkisinin de özellikle tarımdaki sonuçlarını sık sık dile getirmekte, gündemde tutmaya çalışmaktayız. Zaten yer yaz mevsiminde işte ‘Yüzyılın sıcakları yaşandı. Tarihi sıcaklıklar olacak. Görülmemiş sıcaklar geliyor’ vb. açıklamaları görmekteyiz.
Özellikle son yıllarda meydana gelen orman yangınlarını da eklediğimizde gerçekten ciddi sorunlar dünyamızı bekliyor. Sonuçta doğanın yok olması, tüm canlıları ciddi şekilde etkileyecektir. Çünkü dünyamız bir, yaşam alanlarımızı bir. Yaşadığımız dünya bir. Yıpranan dünyamız, bizim de yaşamımızı yıpratır.
Yaşanan değişimler tarımda etkisini bariz şekilde kendini göstermeye başladı. Rekolte düşüşleri oluyor. Hatta bazı türlerin ise neredeyse yetiştirilememesiyle karşı karşıya kaldık. Ülkemizin, küresel ısınmanın muhtemel etkileri açısından, risk grubu ülkeler arasında yer aldığı, gelecekte özellikle Akdeniz ve İç Anadolu bölgelerimizin iklim değişikliğinden daha çok etkileneceğini tüm bilim insanları söylüyor.
Çok değiş şuan yaşadığımız yılı örnek verecek olursak, kış mevsimi kurak geçti. Zamansız zirai don oldu. İlkbaharda aşırı sıcaklar ile karşı karşıya kaldık. Derken narenciyede bazı türleri adeta yok etti. Ağaçlar kurudu. Sadece geride kalan kış mevsiminde yaşanan iklim değişimi dahi bu sezon özellikle meyvelerde rekolte düşüklüğüne neden oldu. Ve daha narenciyedeki etkiyi hasat zamanı göreceğiz.
Tüm insanlığa düşen tarımsal kuraklığın olumsuz etkilerini azaltmak, acilen çözüm üretmek. Bunun için kuraklık olmadan alınacak tedbirler ve kuraklığın yaşandığı dönemlerde yapılacak doğru planlamalar lazım.
Öncelikle mevcut doğamızı korumalı, tahrip olan yerler hemen yenilenmelidir. Kuraklıktan önceki dönemde alınacak tedbirler ve kuraklık yaşanırken atılacak adımlar ayrı ayrı planlanmalıdır. Yağışların devamlılığını sağlayarak, su arzını artırmak elimizde olmasa da kuraklıktan kaynaklanan olumsuz etkileri azaltmak elimizdedir.
Ülkemiz sahip olduğu iklim rejimi özellikleri ve çok dalgalı ve aktif topoğrafik yapısıyla Dünyanın arazi bozunumuna karşı hassasiyeti yüksek ve çölleşme riski taşıyan ülkeler arasında yer almaktadır. Yaklaşık 78 milyon hektarlık yüzey alanımızın 20 milyon hektarı kurak alanlardan; 31 milyon hektarı ise yarı-kurak alanlardan oluşmaktadır.
Türkiye’de arazi bozunumuna uzanan süreç sadece iklimsel olgular ile sınırlı değildir. Yanlış ve amaç dışı arazi kullanımı, aşırı otlatma, ormansızlaştırma, endüstriyel aktiviteler ve şehirleşme ve bunlara bağlı kirlenme gibi unsurlar da Ülkemizdeki toprak kaynaklarımızın bozunumunu hızlandıran diğer önemli faktörlerdir.
Dünya nüfusu hızla artıyor ve 2050 yılında 9 milyara ulaşacağı öngörülür. Belki daha fazla artacaktır. Artan bu nüfusu beslemek için dünya gıda üretiminin paralel artması gerekiyor. Tüm dünya tarımda arazi tahribatının tersine çevrilmesinin öneminin her geçen gün arttığının farkında.
Modernleşme değimiz 21.yüzyılda insanlığın karşı karşıya kaldığı en büyük sorunların başında iklim değişikliği ve küresel ısınma geliyor. Bu değişim ile beraber başlıca arazi bozulum sebepleri olan çölleşme, su ve rüzgâr erozyonu, çoraklaşma arasında zincirleme bir reaksiyon süregelmektedir.
Aşırı, plansız ve bilinçsiz kullanım ve tüketim, doğal kaynakları tehdit eden hatta bozulma sürecinin sonrası sürdürülebilir gıda güvenliğinin tehlikeye sokan, çevresel ve yerel/uluslararası politik dengelerin olumsuz etkilemekte olan arazi tahribatı çağımızın en önemli sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.
Çölleşme, arazi bozulumu ve kuraklık sorunları dikkate alınarak kalıcı çözümler bulunmalı ve hatta küresel olarak düşünülmeli ve acilen hayata geçirilmelidir. Sürdürülebilir arazi/toprak yönetimi, sürdürülebilir toprak ekosistem bağıntıları ve hizmetleri, arazi bozulumunun azaltılması/dengelenmesi, bozulmuş alanların geri kazanımı ile gelecek kuşaklar için arazi kaynaklarının güvence altına alınması son derece önemlidir.
Tüm dünyayı tehdit eden ve günümüzde etkileri giderek daha şiddetli bir şekilde hissedilen iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak ve tarımsal gıda üretiminin çevresel sürdürülebilirliğini güvence altına almak için küresel ve ulusal düzeylerde eylem planları hayata geçirilmelidir.”