Mezarın üzerine ağaç dikmek veya su dökmenin dinen bir sakıncası yoktur.

        Mezarın üzerine ağaç dikmek veya su dökmenin dinen bir sakıncası yoktur. Bilakis mezarın üzerine ölüye bir faydası olacağı umut edilen bir ağacı dikmek veya mezara su dökmek dinen hem caizidir hem de sevaptır.  Dikilen veya sulanan bu ağacın ya da yeşilliğin de ölüye bir faydası olacağı da umulur.

        Nitekim sevgili Peygamberimiz bir mezarlığın yanından geçerken bir inilti sesi duymuş bunun üzerine bir dal istemiş. Getirilen bu dalı o mezarda yatan kimsenin kabrine dikmiş. Ve umulur ki ona bir faydası olur demiştir.

           Dolayısıyla mezarı sulamak ya da üzerine ağaç veya çiçek dikmek, diktiğimiz bu yeşilliği de sulamak dinen caiz ve sevaptır.

Vefat etmiş kişinin borçları dinen nasıl ödenir?

      Dinen insanın borcu ikiye ayrılmaktadır. Allah’a karşı borçlar, kullara karşı olan borçlar. Bir kimse, üzerinde mesela oruç borcu olduğu halde vefat etmişse bu onun için Allah’a karşı bir borçtur. Kişi hayattayken bu oruçlarını tutmaktan aciz kalmış ise, orucunun borcunu fidye vererek ödemelidir. Ödeyememiş ise o zaman mirasından ödemeleri için mirasçılarına vasiyet etmelidir.

      Aynı şekilde zekat, keffaret gibi borçları için de vasiyet ederse varisleri bunu bıraktığı mirasın üçte birinden yerine getirmek zorundadırlar. Vasiyet etmemesi halinde ise varisler dilerlerse onun borcunu ödeyebilirler.

       Borç Allaha karşı değil de kullara karşı ise o zaman bu borcu kişi ya ödemeli ya da helalık almalıdır. Zira dinimizde insanların kul haklarına saygılı olunması emredilmiş; kul hakkı ihlalinin, hakkı ihlal edilen affetmedikçe, kimse tarafından affedilemeyeceği belirtilmiştir. Nitekim Veda Hutbesinde efendimiz: “Ey insanlar! Sizin canlarınız, mallarınız ırz ve namuslarınız, rabbinize kavuşuncaya kadar birbirinize haramdır (dokunulmazdır. )” (Buhari, “Hac”, 132) buyurmuştur.

       Bu yüzden ölen kişinin borçları varsa, techiz ve tekfinden sonra kalan malının tamamından borçları ödenir. Kalan miras borçların tamamını ödemeye yetmiyorsa, bu terikenin tamamı borçlar oranında alacaklılara bölüştürülür.

Her yerde namaz kılınabilir mi?

      Temiz olan her yerde namaz kılınır. Hz. Peygamber bu hususta şöyle buyurmaktadır. “Yeryüzü bana mescit kılındı.” (Buhârî, “Salât”, 56.)

       Dolayısıyla namaz kılarken illaki seccadenin üzerinde namaz kılmak zorunda değiliz. Dağda, bayırda, çimende, temiz toprakta ya da evde temiz bir halının üzerinde… Namaz kılmada hiçbir sakınca yoktur. Yeter ki namaz kılınan mekan temiz olsun, üzerinde bir pislik, necaset olmasın. 

      Durum bu olmakla beraber seccadenin üzerinde namaz kılmak daha iyi ve güzeldir. Hele evdeysek seccadenin üzerinde kılmamız daha doğru olur.

Günün Ayeti

Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tesbih eder; O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız.

İsrâ, 7/44.

Günün Hadisi

 “Şüphesiz ki Allah, hiçbir mü’minin işlediği iyiliği karşılıksız bırakmaz. Mümin, yaptığı iyilik sebebiyle hem dünyada hem de ahirette mükâfatlandırılır. Kâfire gelince, dünyada Allah için yaptığı iyilikler karşılığında kendisine rızık verilir. Ahirete vardığında ise, kendisiyle mükâfatlandırılacağı herhangi bir hayrı kalmaz.”

(Müslim, “Münâfıkîn”, 56)

Günün Sözü

İnsanı olgunlaştıran yaşı değil yaşadıklarıdır.

Günün Duası

Allah’ım her daim çocuklarımızın rızkını bol, kısmetini açık eyle.

Bunları biliyor muyuz?

Ehven-i Şer Nedir?

    Zararı ve kötülüğü daha az olan manasına bir isim tamlamasıdır. İki zararlı, kötü şeyden birini işlemek zorunda kalan kimsenin, bunlardan hafif olanını tercih edebileceğini ifade etmek için kullanılır.

Günün Nüktesi

Bizi niye tanıştırmadınız?

         Kânûnî, bir gün kayıkla Boğaz’da gezmeye çıkmıştı. Ortaköy hizasına gelince kıyıya yanaşıp, bir adam göndererek Yahya Efendiyi çağırttı. O da yanında bir ahbabı ile gelip kayığa bindiler.

         Birlikte giderlerken, Yahya Efendinin ahbabı, devamlı olarak Kanuni’nin parmağında bulunan çok kıymetli bir yüzüğe bakıyor ve bu bakış dikkati çekiyordu. Kânûnî bu hâli fark edince, parmağındaki o kıymetli yüzüğü çıkarıp;

         -Siz galiba, bunu merak ettiniz, alıp daha yakından, bakıp inceleyiniz, dedi.

O zât yüzüğü aldı. Evirip çevirdikten sonra, denize atıverdi. Yahya Efendi hâriç, kayıkta bulunanlar çok hayret ettiler. Biraz sonra o kişi inmeği arzu etti

Bir müddet gittikten sonra, o zât inmek istediğini bildirince,

Pâdişâh kayıkçıya;

         -Kıyıya yanaş, dedi.

          Kayık kıyıya yanaştı. O zât, ineceği sırada denizden bir avuç su alıp Sultana uzattı. Avucunda biraz önce denize attığı yüzük vardı. Yahyâ Efendi hâriç, kayıkta bulunan herkes, yine çok hayret ettiler. Kânûnî, elini uzatıp yüzüğü alınca, o zât birdenbire gözden kayboluverdi.

Kânûnî, Yahyâ Efendiye dönüp;

-Ağabey, ne oluyor, bu olanlar nedir ki? dedi.

O da;

-Efendim gördüğünüz, Hızır aleyhisselâm idi, dedi.

Bunun üzerine Kânûnî;

-O hâlde, bunu ne için, daha önce demediniz, bizi niye tanıştırmadınız?” deyince,

Yahyâ Efendi;

-O kendini, tanıttı hükümdarım, lâkin siz tanımakta, geç kaldınız hünkârım, buyurdu.