TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

"Bina da güçlendirme yapanlar binanın tüm sorumluluğunu alıyor"

Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Adana İl Koordinasyon Kurulu (İKK), ‘Kent ve Afet’ ana teması altında 5. Adana Kent Sorunları Sempozyumu düzenledi. Sempozyumda kent sorunları, deprem ve depremin ardından oluşan sorunlar değerlendirildi, öneriler sunuldu.

Haber Giriş Tarihi: 19.11.2023 15:33
Haber Güncellenme Tarihi: 21.11.2023 21:19
Kaynak: Haber Merkezi
"Bina da güçlendirme yapanlar binanın tüm sorumluluğunu alıyor"

İnşaat Mühendisi Dr. Levent Mazılıgüney, “Binalarda güçlendirme yapan bütün sorumluluğu üstleniyor. Çünkü müdahale yaptığı için daha önce imalatı yapan herkesin sorumluluğu buradan itibaren sıfırlanıyor” dedi.

5.  Adana Kent Sorunları Sempozyumuna katılan İnşaat Mühendisi Dr. Levent Mazılıgüney, deprem, binalar ve bana güçlendirmeleriyle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. Mazılıgüney, bina güçlendirmenin, güçlendirmeyi yapanların sorumluluğu tamamen üstlendiği anlamı taşıdığını belirtti. Mazılıgüney, “Binalarda güçlendirme yapan bütün sorumluluğu üstleniyor. Çünkü müdahale yaptığı için önce imalatı yapan herkesin sorumluluğu buradan itibaren sıfırlanıyor” şeklinde konuştu.

Her suçla ilgili zaman aşımı sürelerinin olduğuna dikkat çeken Mazılıgüney, “Doksan dokuz depreminde bu durum tatmin etmedi.  Yargıtay'da birtakım içtihatlar çıktı. Aslına bakarsanız kanun boşluğunu ve içtihatlarla doldururum diyor. Tartışmanın sebebi de burada açıklıyor. Yani anayasanın 14 maddesi ve 83. maddesi arasında bir problem var. 14. maddedeki temel hakların sınırlanması ancak kanunla yapılabilir. Ama kanunda olmadığın da yargılayın diyor ki ben bu kanun boşluğunu kendi içtihatlarımla doldurabilirim. Anayasa Mahkemesi bunu yapamazsın diyor. Şimdi tartışmanın hukuki anlamdaki özeti bu. Yargıtay 1999 depremlerinden sonra verdiği şartlarda böyle bir yorumda bulundu. Defter kaynaklı sorumlulukla alakalı bir zaman aşımı süreci net olarak tanımlanmış değildir. Ama zaman aşımının süresi depremin olduğu tarih ve bunu borçlar kanunu anlamında da yani maddi anlamdaki davalar açısından da böyle kabul ettik. Ceza açısından da kabul ettik” diye konuştu.

Fiilen zaman aşımı süresi hakkında bilgiler veren Mazılıgüney, “Bu ne demektir? Fiilen artık zaman aşımı süresi ortadan kalktı. Ve bu artık bir yaşta içtihat haline geldi. Yani deprem nedeniyle sorumluluk, insanlara karşı suçlarla neredeyse kabul edildi ve hem Ceza Genel Kurulu, hem de Hukuk Genel Kurulu kararlarıyla artık sabit hale geldiği için kanunla düzeltmekten başka çare kalmadı. Burada bir boşluk var. Ve bu tartışmanın içerisinde bizim yer almamız gerekir. Burada da zaman aşım sürecinin olmaması, fiilen sınırsız olması aslında bana göre şu demek, ortada devlet yok demektir. Bakın bu kadar çok yönetmeliğin değiştiği, bu kadar çok haritanın değiştiği, birçok şeyin değiştiği, devletin denetim, kontrol sorumluluğunun olduğu bir yerde süresiz bir sorumluluktan bahsedilmesini ben doğru bulmuyorum. Bunu da  zaman aşımı amacıyla aykırılık görüyorum” ifadelerini kullandı.

Binalarda ki sorumluluklara dikkat çeken Mazılıgüney sözlerini şöyle sürdürdü,

“Diyelim ki 1950 senesinde bir bina yapmış olsun, 2023 yılındaki depremle yıkıldığında hala sorumluluğumuz var. Bu sorun hani tek başına sorumlulukla alakalı bir sorun değil. Bunu hepimiz yaşıyoruz. Bu delilleri kim saklayacak? Yani bina yapıldığı zaman ki projeleri, zemin etüdünü bir çok gerekli delil niteliğindeki evrakı kim saklayacak? Bu saklama sorumluluğu  nasıl bireylere yükleniyor.  Böyle de bir problem var. Bu sorunun bireylere yüklenmemesi gerektiği kanaatindeyim. Bir de müsteselli sorumluluk dediğimiz problem var. Ne demek bu? Zincirleme sorumluluk demek.

Aslında şu demek. Birden fazla kişi sorumludur. Genelde de mahkeme kararlarında yüzde elli bu sorumluluk belirtmiş. Yüzde 10’u A kişisine, yüzde 25’i B  kişisine, yüzde 5’i  C kişisine şeklinde sorumluluklar dağıldı. Ama devlet diyor ki ben kimde para varsa ondan alırım. Borçlar açısından da öyle. Sonra siz kendi aranızda bu işi çözün. Bakın bir davadan birçok dava çıkıyor ve burada da fiilen ödemek zorunda kalan zararı karşılamak zorunda kalan kişiler kayıtlı çalışan kişiler oluyor. Yani hiçbir şekilde bir kayıtsızlığa mahal vermeden çalışan mühendis ve personel olur. Borçlu yetkili vefat etti. Mirasçılarına geçiyor. Çünkü bu mirasın parçası olan bir borç olarak kabul ediliyor. Yani çok mühendis, mimar meslek taşımız bunu bilmiyor. Bizim mirasçılarımız da bu borçtan sorumlu oluyor.  1985 yılında yapılmış bir binanın sorumlu mühendisleri vefat etti diyelim. Ama çocuklara hayatta. Onlara karşı maddi tazminat davaları açılabiliyor”.

Bina güçlendirmesi konularını anlatan Mazılıgüney, “Güçlendirme yapan bütün sorumluluğu üstleniyor. Çünkü müdahale yapmış durumda. Yani önce imalatı yapan herkesin sorumluluğu buradan itibaren sıfırlanıyor. Dolayısıyla güçlendirme gerçekten çok ciddi bir iş. Dünya bankası kriterlerine göre yüzde 40'ı aşıyorsa yeni yapı maliyeti güçlendirmeye izin verilmez. Binanın ömrünü zaten 50 yıl kabul ediyoruz. Dolayısıyla 30 yaşını geçmiş binaların hiç güçlendirme potasına dahi girilmemesi gerekir. Ama sorumluluk böyle sınırsız olduğu içinde düşünülmesi gerekir.

Meslektaşlarımız  şunu sordular. Dediler ki biz mesela projeler üzerinde çalışacağız. Biz bu binayı ne olursa olsun, nasıl bir deprem olursa olsun, ayakta kalacak şekilde tasarlamamız mümkün değil. Zaten biz güçlendirmeye çalışıyoruz. Adı üstünde riski düşürüyoruz. Burada en azından güçlendiğimiz risk oranıyla alakalı notlar yazsak nasıl olur? Diye sordular. Ben de dedim ki ben bunu sadece güçlendirme yapanlara da tavsiye etmiyorum. Sıfırdan proje yapanlara da tavsiye ediyorum” dedi.

Önerilerini aktardan Mazılıgüney, “Ben şunu öneriyorum. Güçlendirmeyi 0.4G deprem ivmesi için tasarladım. Üzerinde bir ivme için tasarlamadım. Bunu halk bilmez. Depremden sonra ayakta duran birçok yapıyla alakalı hukuk davası açıldı. Bina ayakta kaldı, içinden herkes sağ bir şekilde çıktı. Çoğunda yaralanma da olmadı. Ama yanlış bir bilgi için maalesef yargı dünyamız da bunu bilmediği için bu davaları da kabul ediyorlar. Başvuruları görüyoruz. Çok sayıda tazminat davası açılmış durumda. Sebebi evim neden hasar gördü diye. Binlerce dava var. Özellikle konut binalarını nasıl tasarlıyoruz. Tasarlamış olmak için tasarlamıyoruz. Yönetmeliklere göre değişen hasar oranlarını kabul ediyoruz. Ve bu hasar oranlarına göre aslında bakarsanız benim tanımımla tek kullanımlık tasarım sözleşme konut planları bunlar. Yani bir tasarım oluştuğunda o bina tek kullanımlık olacak. Yani içinden insanlar sağ çıkacak ama hangi defter için tasarım yapılmış? Bir diğer problem performansla alakalı da şimdi yönetmeliğinin bir deprem performansıyla alakalı tanımları var. Bununla beraber Çevre Şehircilik Bakanlığı hasar tespiti yapıyor.  İzmir depreminden sonra yaptı hasar tespitini” diye konuştu.

Beklenen üzerinde deprem ivmesine vurgu yapan Mazılıgüney, “Bundan sonraki depremlerde hasar tespitini DASK yapabilir. Ve bir de bilirkişi incelemesi yapılıyor genellikle dava aşamalarında. Şimdi elimizde kaç tane var? Bakın dört tane ayrı değerli. Ve bu dört  değer birbiriyle uyumlu olmuyor. Buda büyük bir problem. Bunları dolayısıyla birbirleriyle eşdeğer hale getirebilmemiz lazım ve bu kadar çok ayrı incelemenin  çok da bir anlamı yok. Bir diğer husus ise tek kullanımlık tasarlıyoruz ama tek kullanımlığı hangi ivmeye göre tasarlıyoruz. Bu depremden sonra ve süregelen başlayan yargılamalarda en çok tartışılan konulardan bir tanesi bu olacak.  Deprem yönetmeliğinin öngördüğünün üzerinde ivme değerleri oluştu. Birçok bölge için söylüyorum. Her bölge için değil ama birçok bölgede bu var. Maraş'tan, Hatay’da özellikle. Hatay için bir çalışma yapmış Hatay şube başkanımız onun sunumundan aldımbunu ve ben bu anlatacağımı. Yaşanan ivmelerle kıyaslamış. 

2018 yönetimine göre depremler için beklenen ivmeler AFAD'ın haritasında yer alıyor. Ve oluşan ivmelerle kıyaslanmış. İşaretlenen bütün ivmelerde iki bin on sekiz deprem yönetmeliğinde belirtilenin üzerinden ivmeler var. Ki bu ivmeler 2007’ye göre daha yüksek.  1997 yedi ve2007 yönetmeliklerinde en yüksek  ivme 0.4 dört.  Bu deprem büyüklüğü, oluşan deprem ivmeleri, bir mücbir sebep olarak kabul edilebilir mi, edilemez mi?” şeklinde konuştu.

depremlerle yaşıyoruz (1)

Mücbir sebeplerin yaşanması durumunda ne olacağını dile getiren Mazılıgüney, “Mücbir sebep yani sorumluluğu ortadan kaldıran sebep gibi anlatılabilir. Mücbir sebep için iki tane şartın bir arada olması lazım. Hem öngörülemez, hem de engellenemez olması lazım. Depremin öngörülebilirliğiyle alakalı öngörülemez diyemiyoruz. Ama biz olasılıksal olarak söylemiyoruz. Netice itibariyle bir öngörü. Depremin oluşumunu engelleyemeyiz ama can kaybını engelleyebiliriz. Hukuk dünyası bunu böyle anlamıyor. Yani burada öngörülemez, engellenemez kavramını hem öngörülebilir hem de engellenebilir olarak alınıyor. Can kaybı açısından düşündüğümüz de. Yani depremde can kaybı engellenebilir olarak alınır. İdari sebep olarak kabul ettiği bir yer var  asında. Buda sadece İdare Hukuku.  Peki bu ivmelerin yüksek olması ya da öngörülerin hatalı çıkış olması demek doğru bir ifade değil bu arada. Yeni şeyler öğreniyoruz” ifadelerini kullandı.

Mazılı güney sözlerini şöyle tamamladı:

“Yargıtay 1999 depreminden sonra bu tartışmaları yapmış aslında. Sonra demiş ki depremin de kusuru var. Bu da doksan dokuz depreminden sonra gündeme gelmiş bir konudur. Her şey uygun olsaydı da bu binada yine deprem nedeniyle bir hasar oluşacaktı. Dolayısıyla bunun dikkate alınması lazım ve kusur oranlarında buna bir pay verilmesi lazım. Hatta bu işte halk arasında deprem kusuru, deprem kusuru diye anlamlıdır. Şu anda da böyle şehir efsanesi olarak işte depreme yüzde doksan kusur verilmiş, yüzde doksan beş kusur vermiş gibi böyle efsane şeklinde şeyler bulunur.

Ama doksan dokuz depreminden sonra Yargıtay kararlarına baktığımızda yüzde beşle yüzde kırk arasında değişen kusur oranları var depreme verilmiş. Şimdi sadece Hatay'da üç bine yakın bir inşaat mühendisi meslektaşımız kayıtlı. Toplamda da 2 yüz bini aşan dava sayısından bahsediyoruz. Şu an için artarak devam ediyor bu. Yüz binlerce davadan oluşan bir hani yargılama pratiğinde bu yüzde yirmi çok önemli. Dolayısıyla bu yüzdelerle alakalı meslek örgütlerinin ben müdahil olması gerektiğini yine düşünüyorum. Yani bir tartışma yapılmalı. Ve ivme değerlerine göre mi olur mu? Başka bir şeye göre mi olur? Ama oturup konuşup bir şeyler önermemiz lazım. Bu tartışmayı sadece hukuka bırakacaksak yargı mensuplarına bırakırsak onların elinde çekiç var”.

Kaynak: Haber Merkezi

Yorum Ekle
Gönderilen yorumların küfür, hakaret ve suç unsuru içermemesi gerektiğini okurlarımıza önemle hatırlatırız!
Yorumlar
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.