Hüseyin Ahmet Çelik: Toprak bereketliyse her şeyiyle bereketlidir
Hüseyin Ahmet Çelik: Toprak bereketliyse her şeyiyle bereketlidir
“Söylenmemiş söz yoktur. İyi metinler yeniden yazılmalı, yeni metinlere sızmalı. Yepyeni sözler de söylenmeli” diyerek bizlerin karşısına yeni eserleri ile çıkan günümüzün anlatıcılarından olan ve Adanalı öykücü yazar Hüseyin Ahmet Çelik ile bu hafta kendisi ve son eseri ile ilgili merak edilen konular hakkında konuştuk.
Haber Giriş Tarihi: 08.07.2023 21:54
Haber Güncellenme Tarihi: 10.07.2023 10:06
Kaynak:
Haber Merkezi
https://www.ilkhaber-gazetesi.com
Öykü Yazarlarıyla Röportajlar: 1
SERHAT AKARSU/RÖPORTAJ
Hüseyin Ahmet Çelik: Toprak bereketliyse her şeyiyle bereketlidir
Çelik; Edebiyatı, pamuktan ya da narenciyeden ayırmaya gerek yok. Toprak bereketliyse her şeyiyle bereketlidir.
Günümüzün Anlatıcılarından olan ve Adanalı öykücü yazar Hüseyin Ahmet Çelik ile bu hafta konuştuk. Yazmaya çocuk denecek yaşta başlayan ve “kaynağına erişemediğim saiklerle başladığımdan olsa gerek hayallerin mi yoksa gerçeklerin mi tesirinde kaldığımı bilemiyorum” diyen Çelik, öykü ve diğer eserlerini yazarken “yapabileceğine" dair bir inanç beslediği için belki de bugünlerde yazarak bir boşluğu doldurmaya, bir eksiği tamamlamaya, yanlışı düzeltmeye adamış biri olarak karşımıza çıkıyor. İyi sanat eserlerinin dolaşımda olması gerektiğini savunan Çelik, “Söylenmemiş söz yoktur. İyi metinler yeniden yazılmalı, yeni metinlere sızmalı. Yepyeni sözler de söylenmeli” diyerek bizlerin karşısına yeni eserleri ile çıkıyor. Bu sefer ise son eseri “Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ı – Bir Tahlil” kitabı oldu. Kendisi ile son eseri ve kendisi ile ilgili merak edilen konular hakkında konuştuk. Yaptığı çalışmalar hakkında bilgiler aktaran Çelik ile yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz;
Eserleri: Sevinebilirsin Suâda İşte Yalnızız, Bozdünya, Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ı – Bir Tahlil
Yazma ve okurluk maceranız nasıl başladı?
Okurluk nedir, nasıl yazılır hiç bilmiyorken başladı serüven. Düşe kalka öğrendim, öğrenebildiysem tabii. Yazma hevesim, okuma merakımı tetikledi. Yazmak istiyorsam okumalıyım, dedim kendi kendime. Okul kütüphanesinden Nazım Hikmet, Özdemir Asaf, Cahit Külebi’nin şiir kitaplarını aldığımı hatırlıyorum. Sonra Necip Fazıl Kısakürek belirleyici oldu okumalarımda, sonra Sezai Karakoç’un şiirleri. Şunu da eklemeliyim nasıl başladı sorusu için: Şiirle başladı. Şiir faslı bitmedi fakat öykü görünür oldu benim adıma.
Edebiyat ile nasıl tanıştınız? Çevrenizin bu bağlamda etkisi ne düzeydeydi?
Çocukluk yıllarımda kitabın, öykünün, şiirin pek de gündem olmadığı bir çevrede tanıştım edebiyatla. Halk ozanı diyebileceğimiz birkaç uzak akraba dışında çevremde edebiyatla ilişkilendirebileceğim bir kimse ya da ortam yoktu. On on bir yaşından itibaren şiir okumayı sevdiğimi hatırlıyorum. Yazmaya da çalışırdım, ezberlerdim, durup durup okurdum. Olaya olağanüstülük atfetmek istemem ama galiba tamamen içinde keşfettiğim bir adaydı edebiyat. Belki de o beni buldu. Bununla birlikte beni edebiyatla tanıştıran hadiseyi, beni yazmaya sevk eden somut gerekçeyi bulabilirsem minnetle anmaktan çekinmeyeceğim.
Çukurova’nın edebiyat bakımında oldukça mümbit bir bölge olduğunu biliyoruz. Günümüzde Çukurova ve Adana edebiyattaki verimliliğine devam ediyor diyebilir miyiz?
Edebiyatı, pamuktan ya da narenciyeden ayırmaya gerek yok. Toprak bereketliyse her şeyiyle bereketlidir. Adana’ya dair medyaya yansıyan kargaşanın da suni bir zemine dayandığını, bir gün buraların çok duru ve özgün bir iklime kavuşacağını düşünüyor ve ümit ediyorum. Yüzyıllar önce Karac’oğlan, on yıllar önce Orhan Kemal, Yaşar Kemal; günümüzde Yunus Develi, Ömer Faruk Dönmez; henüz ilk kitaplarını çıkaran Veysel Altuntaş, M. Fatih Kutlubay, İlay Bilgili, Baran Güzel… Bir de şu var. Adana doğumlu olup da yaşamını başka şehirlerde sürdüren, Adanalı olduğu bilinmeyen çok önemli isimler var. Belki pek çok şehre nasip olmayan bir bereket. Hâl böyleyken Adana’da kültür ve sanata dair yaprak kımıldamaması da çelişkilerin en büyüğü. Dünyanın her yerinden duyulan müthiş bir sessizlik var Adana’da, edebiyat hususunda.
Yazdığınız metinlerin öykü olması bilinçli bir tercih mi? Başka türlerde de yazıyor musunuz?
Şiirle başladığımı, şiiri çok önemsediğimi söylemeliyim hatta şiirin diğer türlerden üstün yanlarının olduğunu düşünüyorum. Öykü, yazma konforu vaat eden bir tür. Bu, yazılması kolay demek değil, o başka bir mesele. Şiire de benzer hatta. Yine de öykü gibi nesre dahil olan yazı türlerinde ağır ağır, düşüne taşına, yapa boza, ekleye çıkara yol alabiliyorsunuz. Şiirin içinde buldum kendimi çocukken ama öyküye kendim gittim. Bilinçli ve hesaplı bir tercihti.
Yazdığınız metnin bitmiş olduğunu nasıl anlıyorsunuz? Yeni yazmaya başlayan gençlere bu konuda tavsiyeleriniz var mıdır? Dergilere yazı gönderen gençler neler yapmalı?
Metne hâkimseniz başlangıcı da sonu da rahatlıkla tayin edebilirsiniz. Belirsizliği, kaosu, çerçevesizliğini seven metinler vardır, onlara da vaziyete uygun bir elbise dikersiniz. Ben açıklıktan, muradın anlaşılmasından ve türün biçim özelliklerinin savsaklanmamasından yanayım. Öykü ile neredeyse eş anlamlı hâle gelen “kesit” kavramını türün olmazsa olmazı saymadan, başı son belli, ne dediği anlaşılır öyküler yazılması taraftarıyım. Dergilerin kapısı ağır açılır, sesi de içeri pek nadir alır. Dergilere başvuranların sabırla dost olması gerekir. Şiir ve öykü, dergilerin masasından geçmeden rüştünü ispat edemez dersek yanılmış olmayız. Her sessizlik, her reddediliş aynaya bakmamıza yarayacaksa iyi yoksa edebiyat şikâyet ve mızmızlanma yeri değil. Bugünden sonra tek satır yazılmasa bile kimsenin yokluğu hissedilmez. Görünür olma hevesi ile takdir edilme kaygısını neşterle ayırmalı, milyonlarca yazardan herhangi biri olmayı değil en azından binlerce yazardan biri olmayı istemeli, bunun için gerçekten çok çalışmalı. Edebiyat işçisinin mesaisi okumak ve yazmaktır. Ne tuhaftır; okumadan ve yazmadan yazar olmak isteyen niceleriyle tanıştım. Belki biri de benimdir.
Tehlikeli Oyunlar, Atay’ın roman anlayışını en iyi yansıtan eseri olarak kabul edilir. Ne var ki kaleme alınmasının üzerinden yarım asır geçmesine rağmen dikkatli bir çalışmadan ve tetkikten mahrum kalmıştır. Sizin de son çıkardığınız eseriniz ‘Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ı – Bir Tahlil’, bu alanda boşluğu doldurmak adına atılan ilk adım olarak sayabiliriz. Bu çalışmayı ilk nasıl düşündünüz ve yazmaya başladınız? Bu alandaki çalışmalar içinde sizin çalışmanız nasıl bir yeri dolduracağını düşünüyorsunuz?
Tehlikeli Oyunlar tahlilim Ketebe yayınlarının “Keşif” dizisinin bir parçası. Türk edebiyatından Ahmet Hamdi Tanpınar, İsmet Özel ve Sait Faik Abasıyanık; dünya edebiyat ve felsefe literatüründen Michel Foucault, Ludwig Wittgenstein, Walter Benjamin, Max Weber gibi isimlerin eserleri tahlil edildi. Tahlil, akademik bir şablona dayanıyor. Başlıklar ve sorular hazır, ben romana dayanarak ve roman hakkındaki çalışmaları inceleyerek başlıkların altını doldurdum. Tehlikeli Oyunlar’ı çalışmak hem avantajlı hem de değildi. Çünkü Oğuz Atay’ın romancılığı hakkında yapılan araştırmalar ilk romanı Tutunamayanlar üzerineydi hep. Tehlikeli Oyunlar, nedense ıskalanmıştı. Bu tahlil, Tehlikeli Oyunlar’ı irdeleyen ilk müstakil eser olma özelliğine sahip bu nedenle. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Tehlikeli Oyunlar’ı incelemek isteyen bir araştırmacı tahlilimiz sayesinde daha az yorulacak ve daha iyi bir eser ortaya koyma fırsatına sahip olacak.
Oğuz Atay’ı kara anlatı yazarlarından ayıran en büyük özellik anlatımda ‘ironi’ tekniğini kullanmasıdır. ‘Tutunamayanlar’da büyük bir yeri olan ironi, ‘Tehlikeli Oyunlar’da da varlığını sürdürüyor; bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
İroni, Atay’ın tüm eserlerinde varlığını sürdürüyor. Mizah, oyun, espri, kelime şakası, alay Atay’ın asla vazgeçmediği anlatım yollarıdır. Atay’ın hayatı da güneşli ve bulutlu günlerin birbirini izlemesi üzerine şekillendi. Erken bir veda ile aramızdan ayrılana kadar karamsarlığı da hayata delice bağlanmayı da hüznü de neşeyi de birbiriyle çatıştırmadan, uyumlu arkadaşlara dönüştürebildi. İroni onun için çoklarına göre bir kaçıştı ve doğruydu elbette. Fakat mizacı da böyleydi nihayetinde. Güçlü kişiliği sayesinde, zorluklar karşısında yılmaktansa oyunlar icat ederek yaşamla başa çıkmayı becerdi. Atay’ın yaşamı ile eserleri arasında ince bir tül vardır. Ölümüne dair pek çok detayı bile romanlarında bulabilirsiniz, ilginçtir. Böyle bir yaşam bizzat sahibi tarafından da ironik ilan edilmiştir işte.
Üstkurmaca öğesi modern yapıtların olmazsa olmazları arasındadır. Modern yapıda eserlerde edebiyat kendisini anlatmaya başlamıştır. Bu özellikler neticesinde roman kahramanları reel dünyada değil, metinlerarasıalemde yani metnin sayfaları arasında yaşarlar. Tehlikeli Oyunlar’ın ana kurgu özelliğini taşıyan da üstkurmaca. Metin içerisinde kendisini oyunlar ile gösteriyor. Atay’ın roman kahramanları hep ‘yazan’ kişilerden oluşuyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?
Oğuz Atay nihayetinde bir aydındı, vicdan ve sorumluluk sahibi bir aydın. Romanlarını yazarken ülkesine hizmet etme endişesinden sıyrıldığını sanmıyorum. Dönemin güdümlü, hazır kalıp romanlarına iltifat etmemesine karşın Atay da ülkesi için yazıyordu. Entelektüel kahramanlar aracılığıyla konuşmak hem kolay hem de en etkili yöntem olarak görünmüş olabilir. Ayrıca demin de söyledik, Atay’ın kahramanları kendisi ve arkadaşlarıydı çoğunlukla. Okuryazar kahramanlar, Atay’ın romanları için neredeyse bir zorunluluk.
Sizce bir yazar anne / baba olduktan sonra dünyaya ve edebiyata bakışında bir zenginlik oluyor mu?
Ebeveyn olmak hayata bambaşka bir pencereden bakmayı kaçınılmaz kılıyor. Hayata, insana ve doğal olarak sanata bakışınızda bazı değişikliklere yol açabilir. Baba olduğumda kendimi daha güçlü mü hissettim yoksa daha güçlü hissetmek zorunda mı hissettim emin değilim. Muazzam bir tecrübe. İnsanı olgunlaştıran; neşeyi idareyle kaygıyı cömertçe kullandığınız yepyeni bir evren. Evet, sanatta buna zenginlik diyoruz.
Okuru evvela Sevinebilirsin Suâda İşte Yalnızız adlı ilk kitabınızla selamladınız. Daha sonra Bozdünya adlı kitabınız geldi. Son olarak ise Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ı – Bir Tahlil adlı kitabınız çıktı. Bundan sonraki süreçte de türler arasında geçiş ya da bir türde karar kılma hususunda neler söylersiniz? Ayrıca Hüseyin Ahmet Çelik’in yeni bir kitap hazırlığı var mı?
Şiir ve öykü yazmaya devam ediyorum. Kitaplara, edebiyat meselelerine ve hayata dair düşünmeye ve notlar almaya devam ediyorum. Muhtemelen yakın gelecekse ilk olarak öykülerimle karşılaşırsınız yine. Bir sürpriz yok şimdilik. Programım, dergilerde yayımlanan öykülerimi derleyip toparlamak ve yenilerine odaklanmak.
Edebiyatta varmak istediğiniz bir nokta var mı?
İyi, güzel ve faydalıyı bir araya getiren sayısız “şey” yazmak.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Hüseyin Ahmet Çelik: Toprak bereketliyse her şeyiyle bereketlidir
“Söylenmemiş söz yoktur. İyi metinler yeniden yazılmalı, yeni metinlere sızmalı. Yepyeni sözler de söylenmeli” diyerek bizlerin karşısına yeni eserleri ile çıkan günümüzün anlatıcılarından olan ve Adanalı öykücü yazar Hüseyin Ahmet Çelik ile bu hafta kendisi ve son eseri ile ilgili merak edilen konular hakkında konuştuk.
Öykü Yazarlarıyla Röportajlar: 1
SERHAT AKARSU/RÖPORTAJ
Hüseyin Ahmet Çelik: Toprak bereketliyse her şeyiyle bereketlidir
Çelik; Edebiyatı, pamuktan ya da narenciyeden ayırmaya gerek yok. Toprak bereketliyse her şeyiyle bereketlidir.
Günümüzün Anlatıcılarından olan ve Adanalı öykücü yazar Hüseyin Ahmet Çelik ile bu hafta konuştuk. Yazmaya çocuk denecek yaşta başlayan ve “kaynağına erişemediğim saiklerle başladığımdan olsa gerek hayallerin mi yoksa gerçeklerin mi tesirinde kaldığımı bilemiyorum” diyen Çelik, öykü ve diğer eserlerini yazarken “yapabileceğine" dair bir inanç beslediği için belki de bugünlerde yazarak bir boşluğu doldurmaya, bir eksiği tamamlamaya, yanlışı düzeltmeye adamış biri olarak karşımıza çıkıyor. İyi sanat eserlerinin dolaşımda olması gerektiğini savunan Çelik, “Söylenmemiş söz yoktur. İyi metinler yeniden yazılmalı, yeni metinlere sızmalı. Yepyeni sözler de söylenmeli” diyerek bizlerin karşısına yeni eserleri ile çıkıyor. Bu sefer ise son eseri “Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ı – Bir Tahlil” kitabı oldu. Kendisi ile son eseri ve kendisi ile ilgili merak edilen konular hakkında konuştuk. Yaptığı çalışmalar hakkında bilgiler aktaran Çelik ile yaptığımız röportajı sizlerle paylaşıyoruz;
Eserleri: Sevinebilirsin Suâda İşte Yalnızız, Bozdünya, Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ı – Bir Tahlil
Yazma ve okurluk maceranız nasıl başladı?
Okurluk nedir, nasıl yazılır hiç bilmiyorken başladı serüven. Düşe kalka öğrendim, öğrenebildiysem tabii. Yazma hevesim, okuma merakımı tetikledi. Yazmak istiyorsam okumalıyım, dedim kendi kendime. Okul kütüphanesinden Nazım Hikmet, Özdemir Asaf, Cahit Külebi’nin şiir kitaplarını aldığımı hatırlıyorum. Sonra Necip Fazıl Kısakürek belirleyici oldu okumalarımda, sonra Sezai Karakoç’un şiirleri. Şunu da eklemeliyim nasıl başladı sorusu için: Şiirle başladı. Şiir faslı bitmedi fakat öykü görünür oldu benim adıma.
Edebiyat ile nasıl tanıştınız? Çevrenizin bu bağlamda etkisi ne düzeydeydi?
Çocukluk yıllarımda kitabın, öykünün, şiirin pek de gündem olmadığı bir çevrede tanıştım edebiyatla. Halk ozanı diyebileceğimiz birkaç uzak akraba dışında çevremde edebiyatla ilişkilendirebileceğim bir kimse ya da ortam yoktu. On on bir yaşından itibaren şiir okumayı sevdiğimi hatırlıyorum. Yazmaya da çalışırdım, ezberlerdim, durup durup okurdum. Olaya olağanüstülük atfetmek istemem ama galiba tamamen içinde keşfettiğim bir adaydı edebiyat. Belki de o beni buldu. Bununla birlikte beni edebiyatla tanıştıran hadiseyi, beni yazmaya sevk eden somut gerekçeyi bulabilirsem minnetle anmaktan çekinmeyeceğim.
Çukurova’nın edebiyat bakımında oldukça mümbit bir bölge olduğunu biliyoruz. Günümüzde Çukurova ve Adana edebiyattaki verimliliğine devam ediyor diyebilir miyiz?
Edebiyatı, pamuktan ya da narenciyeden ayırmaya gerek yok. Toprak bereketliyse her şeyiyle bereketlidir. Adana’ya dair medyaya yansıyan kargaşanın da suni bir zemine dayandığını, bir gün buraların çok duru ve özgün bir iklime kavuşacağını düşünüyor ve ümit ediyorum. Yüzyıllar önce Karac’oğlan, on yıllar önce Orhan Kemal, Yaşar Kemal; günümüzde Yunus Develi, Ömer Faruk Dönmez; henüz ilk kitaplarını çıkaran Veysel Altuntaş, M. Fatih Kutlubay, İlay Bilgili, Baran Güzel… Bir de şu var. Adana doğumlu olup da yaşamını başka şehirlerde sürdüren, Adanalı olduğu bilinmeyen çok önemli isimler var. Belki pek çok şehre nasip olmayan bir bereket. Hâl böyleyken Adana’da kültür ve sanata dair yaprak kımıldamaması da çelişkilerin en büyüğü. Dünyanın her yerinden duyulan müthiş bir sessizlik var Adana’da, edebiyat hususunda.
Yazdığınız metinlerin öykü olması bilinçli bir tercih mi? Başka türlerde de yazıyor musunuz?
Şiirle başladığımı, şiiri çok önemsediğimi söylemeliyim hatta şiirin diğer türlerden üstün yanlarının olduğunu düşünüyorum. Öykü, yazma konforu vaat eden bir tür. Bu, yazılması kolay demek değil, o başka bir mesele. Şiire de benzer hatta. Yine de öykü gibi nesre dahil olan yazı türlerinde ağır ağır, düşüne taşına, yapa boza, ekleye çıkara yol alabiliyorsunuz. Şiirin içinde buldum kendimi çocukken ama öyküye kendim gittim. Bilinçli ve hesaplı bir tercihti.
Yazdığınız metnin bitmiş olduğunu nasıl anlıyorsunuz? Yeni yazmaya başlayan gençlere bu konuda tavsiyeleriniz var mıdır? Dergilere yazı gönderen gençler neler yapmalı?
Metne hâkimseniz başlangıcı da sonu da rahatlıkla tayin edebilirsiniz. Belirsizliği, kaosu, çerçevesizliğini seven metinler vardır, onlara da vaziyete uygun bir elbise dikersiniz. Ben açıklıktan, muradın anlaşılmasından ve türün biçim özelliklerinin savsaklanmamasından yanayım. Öykü ile neredeyse eş anlamlı hâle gelen “kesit” kavramını türün olmazsa olmazı saymadan, başı son belli, ne dediği anlaşılır öyküler yazılması taraftarıyım. Dergilerin kapısı ağır açılır, sesi de içeri pek nadir alır. Dergilere başvuranların sabırla dost olması gerekir. Şiir ve öykü, dergilerin masasından geçmeden rüştünü ispat edemez dersek yanılmış olmayız. Her sessizlik, her reddediliş aynaya bakmamıza yarayacaksa iyi yoksa edebiyat şikâyet ve mızmızlanma yeri değil. Bugünden sonra tek satır yazılmasa bile kimsenin yokluğu hissedilmez. Görünür olma hevesi ile takdir edilme kaygısını neşterle ayırmalı, milyonlarca yazardan herhangi biri olmayı değil en azından binlerce yazardan biri olmayı istemeli, bunun için gerçekten çok çalışmalı. Edebiyat işçisinin mesaisi okumak ve yazmaktır. Ne tuhaftır; okumadan ve yazmadan yazar olmak isteyen niceleriyle tanıştım. Belki biri de benimdir.
Tehlikeli Oyunlar, Atay’ın roman anlayışını en iyi yansıtan eseri olarak kabul edilir. Ne var ki kaleme alınmasının üzerinden yarım asır geçmesine rağmen dikkatli bir çalışmadan ve tetkikten mahrum kalmıştır. Sizin de son çıkardığınız eseriniz ‘Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ı – Bir Tahlil’, bu alanda boşluğu doldurmak adına atılan ilk adım olarak sayabiliriz. Bu çalışmayı ilk nasıl düşündünüz ve yazmaya başladınız? Bu alandaki çalışmalar içinde sizin çalışmanız nasıl bir yeri dolduracağını düşünüyorsunuz?
Tehlikeli Oyunlar tahlilim Ketebe yayınlarının “Keşif” dizisinin bir parçası. Türk edebiyatından Ahmet Hamdi Tanpınar, İsmet Özel ve Sait Faik Abasıyanık; dünya edebiyat ve felsefe literatüründen Michel Foucault, Ludwig Wittgenstein, Walter Benjamin, Max Weber gibi isimlerin eserleri tahlil edildi. Tahlil, akademik bir şablona dayanıyor. Başlıklar ve sorular hazır, ben romana dayanarak ve roman hakkındaki çalışmaları inceleyerek başlıkların altını doldurdum. Tehlikeli Oyunlar’ı çalışmak hem avantajlı hem de değildi. Çünkü Oğuz Atay’ın romancılığı hakkında yapılan araştırmalar ilk romanı Tutunamayanlar üzerineydi hep. Tehlikeli Oyunlar, nedense ıskalanmıştı. Bu tahlil, Tehlikeli Oyunlar’ı irdeleyen ilk müstakil eser olma özelliğine sahip bu nedenle. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Tehlikeli Oyunlar’ı incelemek isteyen bir araştırmacı tahlilimiz sayesinde daha az yorulacak ve daha iyi bir eser ortaya koyma fırsatına sahip olacak.
Oğuz Atay’ı kara anlatı yazarlarından ayıran en büyük özellik anlatımda ‘ironi’ tekniğini kullanmasıdır. ‘Tutunamayanlar’da büyük bir yeri olan ironi, ‘Tehlikeli Oyunlar’da da varlığını sürdürüyor; bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
İroni, Atay’ın tüm eserlerinde varlığını sürdürüyor. Mizah, oyun, espri, kelime şakası, alay Atay’ın asla vazgeçmediği anlatım yollarıdır. Atay’ın hayatı da güneşli ve bulutlu günlerin birbirini izlemesi üzerine şekillendi. Erken bir veda ile aramızdan ayrılana kadar karamsarlığı da hayata delice bağlanmayı da hüznü de neşeyi de birbiriyle çatıştırmadan, uyumlu arkadaşlara dönüştürebildi. İroni onun için çoklarına göre bir kaçıştı ve doğruydu elbette. Fakat mizacı da böyleydi nihayetinde. Güçlü kişiliği sayesinde, zorluklar karşısında yılmaktansa oyunlar icat ederek yaşamla başa çıkmayı becerdi. Atay’ın yaşamı ile eserleri arasında ince bir tül vardır. Ölümüne dair pek çok detayı bile romanlarında bulabilirsiniz, ilginçtir. Böyle bir yaşam bizzat sahibi tarafından da ironik ilan edilmiştir işte.
Üstkurmaca öğesi modern yapıtların olmazsa olmazları arasındadır. Modern yapıda eserlerde edebiyat kendisini anlatmaya başlamıştır. Bu özellikler neticesinde roman kahramanları reel dünyada değil, metinlerarasıalemde yani metnin sayfaları arasında yaşarlar. Tehlikeli Oyunlar’ın ana kurgu özelliğini taşıyan da üstkurmaca. Metin içerisinde kendisini oyunlar ile gösteriyor. Atay’ın roman kahramanları hep ‘yazan’ kişilerden oluşuyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konu hakkında?
Oğuz Atay nihayetinde bir aydındı, vicdan ve sorumluluk sahibi bir aydın. Romanlarını yazarken ülkesine hizmet etme endişesinden sıyrıldığını sanmıyorum. Dönemin güdümlü, hazır kalıp romanlarına iltifat etmemesine karşın Atay da ülkesi için yazıyordu. Entelektüel kahramanlar aracılığıyla konuşmak hem kolay hem de en etkili yöntem olarak görünmüş olabilir. Ayrıca demin de söyledik, Atay’ın kahramanları kendisi ve arkadaşlarıydı çoğunlukla. Okuryazar kahramanlar, Atay’ın romanları için neredeyse bir zorunluluk.
Sizce bir yazar anne / baba olduktan sonra dünyaya ve edebiyata bakışında bir zenginlik oluyor mu?
Ebeveyn olmak hayata bambaşka bir pencereden bakmayı kaçınılmaz kılıyor. Hayata, insana ve doğal olarak sanata bakışınızda bazı değişikliklere yol açabilir. Baba olduğumda kendimi daha güçlü mü hissettim yoksa daha güçlü hissetmek zorunda mı hissettim emin değilim. Muazzam bir tecrübe. İnsanı olgunlaştıran; neşeyi idareyle kaygıyı cömertçe kullandığınız yepyeni bir evren. Evet, sanatta buna zenginlik diyoruz.
Okuru evvela Sevinebilirsin Suâda İşte Yalnızız adlı ilk kitabınızla selamladınız. Daha sonra Bozdünya adlı kitabınız geldi. Son olarak ise Oğuz Atay’ın Tehlikeli Oyunlar’ı – Bir Tahlil adlı kitabınız çıktı. Bundan sonraki süreçte de türler arasında geçiş ya da bir türde karar kılma hususunda neler söylersiniz? Ayrıca Hüseyin Ahmet Çelik’in yeni bir kitap hazırlığı var mı?
Şiir ve öykü yazmaya devam ediyorum. Kitaplara, edebiyat meselelerine ve hayata dair düşünmeye ve notlar almaya devam ediyorum. Muhtemelen yakın gelecekse ilk olarak öykülerimle karşılaşırsınız yine. Bir sürpriz yok şimdilik. Programım, dergilerde yayımlanan öykülerimi derleyip toparlamak ve yenilerine odaklanmak.
Edebiyatta varmak istediğiniz bir nokta var mı?
İyi, güzel ve faydalıyı bir araya getiren sayısız “şey” yazmak.
Sorularımı yanıtladığınız için teşekkür ederim.
Asıl ben teşekkür ederim.