TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
TR
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#TMMOB

İLKHABER-Gazetesi - TMMOB haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, TMMOB haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Çak: Kentsel dönüşüm ve ulaşım master planları uyumlu yapılmalı Haber

Çak: Kentsel dönüşüm ve ulaşım master planları uyumlu yapılmalı

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Adana Şubesi tarafından hazırlanan “Adana Yerel Yönetim Sorunları ve Çözüm Önerileri” bildirgesini okuyan İMO Adana Şube Başkanı Hıdır Çak,  kentte kentsel dönüşüm ve ulaşım master planının birbirine uyumlu yapılması gerektiğini söyledi. İLKHABER Gazetesi'nden Bayram Bulut'un haberine göre; Şube binasında yapılan basın toplantısında İMO Adana Şube Başkanı Hıdır Çak konuştu. Adana’nın,  kentte yaşayan insanların sosyal, kültürel yaşamlarını geliştiren planlamaya sahip, çevreye duyarlı,  çağdaş, güvenli bir kent kimliğine ulaşmasını istediklerini belirten Hıdır Çak, bu amaç doğrultusunda hazırladıkları “Adana Yerel Yönetim Sorunları ve Çözüm Önerileri” bildirgesi içeriğine dikkat çekti. BİRBİRİNE UYUMLU MASTER PLANLARI YAPILMALI Yeni yapılacak ulaşım ve kentsel master plana vurgu yapan Çak, “Kentsel Dönüşüm Master Planları, Ulaşım Master Planlarına uymuyorsa zaten 5 yıl sonra yapılacak kentsel dönüşüm çalışmalarında yapılan Ulaşım Master Planı boşa kalır işlemez. Bunun engellenmesi için ikisinin sekronize gitmesi gerekiyor. Kaynak sorunu olduğu söyleniyor. Biz belediyelere kentsel dönüşüm modeli üretmelerini öneriyoruz. Mevcut yapılan bir şey var. Alana gireceksin mevcut iki katlı 3 katlı 5 katlı binalar yıkacaksın. Yerine 10 katlı yapacaksın arada ki fazla katlardan kentsel dönüşüm masrafını çıkartacaksın. Bu model artık işlemiyor. Çok fazla hak sahibinin olduğu yerlerde bunu yapmanız mümkün değil farklı modeller geliştirilmesi gerekli” dedi. ADANA BUGÜN YOKSUL VE YOKSUN BİR KENT HALİNE DÖNÜŞMÜŞTÜR Adana’nın çok sayıda sorununun bulunduğuna dikkat çeken Çak, “Merkezi yönetimce defalarca çıkarılan imar afları da tüm bunların üzerine tuz biber ekmiştir. Yakın tarihlere kadar ülke tarımının ana merkezi ve tarıma bağlı sanayinin gözbebeği olan Adana, bugün yoksul ve yoksun bir kent haline dönüşmüştür. Pek çok üretim yapan fabrika kapanmış, tarım tasfiye edilmiştir. Kamu yatırımlarının alt düzeyde gerçekleştirilmesi de eklenince ortaya yoksul, sağlıksız büyüyen çarpık bir kent çıkmıştır” dedi. KENTİMİZİN DAHA YAŞANILIR KILINACAK ÇALIŞMALARA YÖNLENDİRİLMESİ GEREKLİ Adana yaşanılabilir bir kent olmaktan uzaklaştığını vurgulayan Çak, “Yerel yönetimin öncelikli yatırımlarını, bu tablonun ortadan kaldırılmasını sağlayacak ve kentimizi daha yaşanılır kılacak çalışmalara yönlendirmesi gerektiği tartışılmazdır. Bildirgemizde Adana sorunları ve çözüm önerilerimiz,   ‘deprem önlemleri ve yerel siyaset,   yerel yönetimler ve konut,  kentsel dönüşüm ve Adana,  sürdürülebilir imar planı,  ulaşım ve Adana  (Gelişmiş Kentin Kıstası: Metro ya da Hafif Raylı Sistem, Adana Kent İçi Ulaşıma dair Öneriler alt başlıklarıyla),  Adana’da ekolojik sorunlar ve çözüm önerileri’ başlıkları altında detaylarıyla inceledik, bakış açımızı ve çözüm önerilerimizi sunduk” diye konuştu. ADANA’DAKİ SORUNLARIN ÇÖZÜMÜ YÖNÜNDE ADIMLAR ATILMALI İnşaat Mühendisleri Odası Adana Şubesi olarak, Adana’nın,  kentte yaşayan insanların sosyal, kültürel yaşamlarını geliştiren planlamaya sahip, çevreye duyarlı,  çağdaş, güvenli bir kent kimliğine ulaşmasını istediklerini belirten Çak, “Mesleki ve toplumsal sorumluluğumuzun bir gereği olarak kent sorunlarını dile getirmekteki amacımız bu doğrultuda bir kent kimliğine ulaşılması ve Adana’daki sorunların çözümü yönünde adımlar atılmasını sağlamak içindir. Bunu sağlamak için vatandaşlarıyla, kurumlarıyla, yerel yönetimleriyle hepimize görev ve sorumluluk düşmektedir.  Ancak hiç kuşku yok ki bu görev ve sorumluluk birincil olarak bu çalışmaları yapmak üzere göreve talip olan, seçimler sonucu bu sorumluluğu ifa etmek üzere göreve başlayan ve başlayacak olan yerel yönetimlerimize düşmektedir” şeklinde konuştu.  YEREL YÖNETİMLERDEN BEKLENTİMİZ ŞUDUR Yerel yönetimlerden beklentilerini anlatan Çak, “Bu nedenle diyoruz ki; imar, inşaat, kentsel dönüşüm, riskli yapı ve benzeri tüm bu konular bilimsel, etik, güvenli bir çalışma anlayışı ile imara uygun tasarımlarla, projelere uyularak ve düzgün denetimle hayata geçirilmelidir. Yerel yönetimlerin; eşit, özgür, demokratik, bağımsız bir Türkiye yaratılmasında önemli yönetim organları olduğunu bilmenin bilinciyle, İnşaat Mühendisleri Odası Adana Şubesi olarak görüşlerimizi kamuoyuyla paylaşmaya, kentimizin sorunlarını ve çözüm önerilerimizi dile getirmeye devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.   KENTLERİMİZİN VE İNSANLARIMIZIN GEREKSİNİMİ TOPLUMCU VE HALKÇI BELEDİYECİLİKTİR Çak sözlerini şöyle sürdürdü; “31 Mart 2024’de yerel seçimler yapılacaktır. Ülke gündemi yerel seçimlere odaklanmış durumdadır. Ne yazık ki, yerel demokrasiden, kent siyasetinden ve kentsel sorunlardan daha çok, hangi ismin hangi makama aday olduğu, partilerin kimi aday gösterdiğine dair haberler gündemi işgal etmekte; sistem tartışması, yapısal sorunlar ve çözüm önerileri değil, adaylar öne çıkmaktadır. Maalesef; kentlerimizin geleceğine dair umutlandırıcı bir süreç yaşanmamaktadır; kente dair, kente yaşayan insanlara dair anlamlı öneriler sunulmamaktadır. Yerel seçimleri bu sıkışıklıktan kurtarmak gerekmektedir. Yerel demokrasi tartışması ve kentin yaşadığı sahici sorunlar, uygulanabilir çözüm önerileri belirleyici olmalıdır. Açık ki, ülke ve dünya sorunlarından hareketle, yerel demokrasiyle zenginleştirilen bir programla kentlilerin karşısına çıkmak, altyapı, ulaşım, çevre, yapılaşma, imar, kentsel dönüşüm,  vb. konuları gündeme getirmek anlam taşıyacaktır. Yerel yönetim tartışmasını, sığ tartışmalardan çekip alarak, konuya kamu yararı ilkesiyle yaklaşmak;  kent yoksulluğundan, çevre kirliliğine, kentlilik bilincini oluşturmaktan, yerel demokrasi ve toplumcu belediyecilik kanallarını oluşturup işlevsel hale getirmeye kadar sorunların geniş bir yelpazede ele alınmasını sağlayacaktır. Kentlerimizin ve insanlarımızın gereksinimi “toplumcu ve halkçı belediyecilik” anlayışı ve uygulamalarıdır.  Bu çerçevede yerel yönetimlerin aktif halk katılımı ile yeniden yapılandırılması, hizmet üretimi ve dağıtımında toplumsal yararın öne çıkarılması, mali kaynakların sermaye güçlerine kapalı tutulması, istihdamda mesleki yeterlilik ve liyakatin yerleştirilmesi, personelin eğitimli kılınması, mühendis, mimar, şehir plancısı istihdamının sağlanması gerekmektedir.”

TMMOB Adana İKK 'Yerel Seçimler Bildirgesi'ni açıkladı Haber

TMMOB Adana İKK 'Yerel Seçimler Bildirgesi'ni açıkladı

Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Adana İl Koordinasyon Kurulu (İKK) tarafından 31 Mart'ta yapılacak yerel seçimler öncesinde 'Yerel Seçimler Bildirgesi' açıklandı. TMMOB Adana İKK Sekreteri Ahmet Uncu, Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'nin (TMMOB) demokratik katılıma açık, çağdaş bir yerel yönetim anlayışını vazgeçilmez önemde gördüğünü söyledi. Uncu, bu anlayışla, TMMOB'un, kentlerin yönetiminde bilimin, tekniğin, hukukun ve kamu yararının esas alınması için seçim süreci ve yerel yönetime ilişkin politika, düşünce, uyarı ve önerilerini kamuoyuyla paylaşmak amacıyla Yerel Seçimler Bildirgesi hazırladığını ifade etti. Hükümeti, yapı denetimi, işçi sağlığı ve iş güvenliği gibi mühendislik-mimarlık hizmetlerinden sanayiye, eğitimden sağlığa kadar çıkardığı yasa, yönetmelik ve KHK'lar konusunda eleştiren Uncu, şunları kaydetti: "Yerel yönetimlerin; kendi kendini yöneten, katılımcılığı benimseyen, temel kentsel sorunların olabildiğince toplumun tüm katmanlarının mutabakatıyla çözüleceğine inanan, saydam, hesap vermeye ve demokratik denetime açık, gücünü halktan alan yönetimler olmaları gerekir. Merkezi idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayetini artıran; mahalli idare sistemini, hizmete erişilebilirliği yok eden; yerel katılımı ortadan kaldıran 'bütün şehir' sisteminden vazgeçilmelidir. Siyasi iktidar, belediyelere kayyum atama, istifaya zorlama veya açığa alma gibi antidemokratik uygulamalardan; yerel idarenin yetkisini daraltan tek hesap düzeni, merkezi idareye alınan imar ve planlama yetkileri, imar affı gibi vesayetçi uygulamalardan vazgeçmelidir. Katılımın önemli araçlarından birisi olarak kabul edilen kent konseyleri, kent meclisleri gibi yönetime katılımı mümkün kılacak mekanizmaların oluşturulmaması ve bürokratik çalışma biçimi gibi nedenlerle halkın kent yönetimine katılımı yeterince sağlanamamaktadır. Yerel yönetimler, kente ve kentlilerin yaşamına ilişkin her türlü kararda, kent halkının özne olmasını hedefleyen doğrudan demokrasi ilkelerini mahalle komiteleri aracılığıyla hayata geçiren mekanizmaları yaratmalıdır. Hukuka saygılı, kamu yararını gözeten, katılımcılığa ve paylaşıma açık, saydam, yurttaşlarının çıkarlarını ön planda tutan bir yaklaşımda olmalıdır. Kentsel hizmetlerde, kentteki hizmetlerin üretilmesi ve paylaşılmasında kentte yaşayan insanlara bu hizmetlerin eşit sunulması çıkış noktasıdır. Bugün kentsel hizmetlere erişim giderek daha fazla yoksul kesimlerin aleyhine olacak biçimde bozulmaktadır. Sağlık, eğitim, iş, barınma, beslenme, kentsel altyapı, sosyal ve kültürel faaliyetler gibi yaşamsal ihtiyaçların karşılanması ya da bunların erişilebilir olmasının sağlanması belediyelerin asli görevleri arasındadır. Yurttaşların kamu hizmetlerine eşit koşullarda erişiminde, hizmet üretim süreçlerinin iyileştirilmesi ve denetiminde bilişim ve iletişim teknolojilerinden etkin biçimde yararlanılmalıdır. Hazine arazilerinin işgaliyle başlayan kaçak yapılaşma, kıyılara, sulak alanlara, meralara, yaylalara ve ormanlara doğru genişlemiştir. İmar affı kanunlarıyla kaçak yapılaşma âdeta resmi kentleşme politikası haline getirilmiştir. Siyasetin oy depolarına dönüşen, sağlıksız ve altyapıdan yoksun gecekondu/kaçak yapılaşma alanları seçim dönemlerinde imar aflarıyla yasallaştırılmış, kent hizmetlerinden yararlandırılmaları sağlanmıştır. İnsanlık onuruna yaraşır sağlıklı bir çevrede yaşamak, nitelikli, erişilebilir ve herkes için sağlık, güvenli yaşam hakkı, kent içi ulaşım sorunlarının çözülmesini, doğal, tarihi, kültürel mirasın ve kent kimliğinin korunmasını, saydam ve denetime açık, aynı zamanda nitelikli hizmet üreten yerel yönetimler istiyoruz."

Mimar Kerem Türker Ödülü verildi Haber

Mimar Kerem Türker Ödülü verildi

Mimarlar Odası Ankara Şubesi, Mimar Kerem Türker Vakfı tarafından 2024 yılında “Başkent Ankara” temasıyla verilen Mimar Kerem Türker Ödülü’ne layık görüldü. Ödül, şube temsilcilerine Erimtan Arkeoloji ve Sanat Müzesi’nde düzenlenen törenle verildi. Törene Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Atakan,  Başkan Yardımcısı Ünal Kara,  Şube Sekreteri Nihal Evirgen, Yönetim Kurulu Üyeleri Muteber Osmanpaşaoğlu, Mustafa Hasdoğan, Deniz Can,   Mimarlar Odası Denetleme Kurulu Üyesi Hazeli Akgöl,  Mimarlar Odası Ankara Şube 47. Dönem Başkanı Tezcan Karakuş Candan, Mimarlar Odası Ankara Şube Üyesi ve ODTÜ Endüstriyel Tasarım Bölümü Başkanı Gülay Hasdoğan, Prof Dr Ruşen Keleş, jüri üyeleri Murat Karayalçın, Prof  Dr. Lale Özgenel ve Zeynep Oral katıldı. Törende ödülü Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Atakan'a,  Kerem Türker Vakfı'nı temsilen emekli büyükelçi, ressam ve heykeltıraş olan Engin Türker takdim etti Engin Türker törende yaptığı konuşmada şunları söyledi: "Ulu Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün Başkent Ankara'ya bıraktığı ölçüsüz mirası,  can siperhane koruyan, o mirasa yapılan yanlışları düzeltmek için yasal yollarla çok yürekli bir şekilde, Cumhuriyet tutkusuyla mücadele yürüten Mimarlar Odası Ankara Şubesi Mimar Türker Ödülü'ne layık görülmüştür" Mimarlar Odası Ankara Şube Başkanı Ali Atakan ise konuşmasında Mimarlar Odası Ankara Şubesi'nin Ankara için yaptıklarına değindi: “Meslektaşımız Mimar Türker Ödülü'nü almaktan büyük onur duyduk. Seçici kurula bu ödülü  bize layık gördüğü için çok teşekkür ederiz. Başkent Ankara farklı zamanlarda farklı kültürlere ev sahipliği yapmış bir kültür katmanıdır. Mustafa Kemal Atatürk'ün ülkemizin işgal edilmesi koşullarında karargâhlık yapmış Başkenttir. Cumhuriyetin kuruluş yıllarında tasarlanmış bir başkenttir ve Dünya'daki tasarlanmış başkentlerden birisidir. Direnişin başkentinde Mimarlar Odası Ankara Şubesi olarak bizimle dayanışma halinde olan kurumlarla birlikte mücadelemizi Cumhuriyet iradesiyle bütün baskılara rağmen devam ettirdik. Üç yönetim kurulu üyemiz işinden edildi ve yönetim kurulu üyelerimiz halen yargılanmaktadır, bunu da buradan belirtmek istiyorum. Bir genel seçim dönemi yaşadık tabi anlayış değişikliği konusunda umutlarımızı yükselttik ama bu gerçekleşmedi. Önümüzde bir yerel seçim var. Başkenti kuruluş yıllarındaki ilkeleri doğrultusunda yönetecek bir anlayışın ülke sathında oluşması önemli. Mimarlar Odası Ankara Şubesi geçmişten bu yana olduğu gibi gerek Atatürk Orman Çiftliği, gerek İller Bankası mücadelesi gerekse de verdiği mücadele sonucu yıkılmaktan kurtardığı Saraçoğlu Mahallesi olsun, Cumhuriyet değerlerinin korunması mücadelesini devam ettirecektir. Yerel seçimlerden sonra ülkemizde daha farklı gelişmelerin olacağı görülüyor. Bu gelişmelere karşı mücadeleye devam edeceğiz. Ülkemiz bu siyasi iklim dolayısıyla ikiye bölünmüş durumda bizlerin de görevi bu süreçte bütünleştirici birleştirici bir yapı içerisinde olmamızdır. Muhalefetin de bu yönde eksiklikleri olduğunu düşünüyorum. Mustafa Kemal Atatürk'ün hep birlikte dayanışmayla Kurtuluş Savaşını ülke sathına nasıl yaydığını düşündüğümüzde dayanışmayı öne çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum. Dayanışma önemlidir. Mimar Kerem Türker vakfıyla her zaman dayanışma içinde olacağımızı belirtmek istiyorum. " Mimarlar Odası Ankara Şubesi, verdiği kent mücadelesi kapsamında şube başkanlığını yürüten Tezcan Karakuş Candan nezdinde, Nedret Gürcan Edebiyat Ödülü-2023,  “Meslek Başarı Ödülü” Kavaklıdere Rotary Kulübü- 2022, Uluslararası Şeffaflık Derneği, Şeffaflık Ödülü -2022, “Fatma Refet Angın Eğitim Ödülü”-Eskişehir Kadın Platformu-2022, “Yöresine Değer Katan Önder Kadın Ödülü”-Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği- 2021 “Şiddetsiz Mücadele Ödülü” -Şiddetsiz Toplum Derneği- “Sanat Kurumu Seçici Kurul Özel Ödülü” "Meslek Hizmet Ödülü” (Koru Rotary Kulübü)-2017,“Eren Anısına Ankara’nın Sahibi Var Ödülü” (Yapıder)-2016, “Uğur Mumcu Mücadele Ödülü” (Eskişehir Gazeteciler Cemiyeti)-2015 “Yaratıcı Eylemlilikler Ödülü”- Halkevleri-2014,  “Başkente Hizmet Ödülü” -Ankara Kulubü-2014 ödüllerine layık görüldü.

İMO Adana Şubesi yönetim kurulu, 25. dönem görev dağılımını belirledi Haber

İMO Adana Şubesi yönetim kurulu, 25. dönem görev dağılımını belirledi

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Adana Şubesinin, 10-11 Şubat 2024 tarihlerinde yapılan 25. Dönem Olağan Genel Kurulunda seçilen Yönetim Kurulu üyeleri, 15 Şubat 2024 tarihinde düzenledikleri ilk toplantıda görev dağılımını yaptı. Genel Kurulun verdiği yetkileri iki yıllık süreçte kullanacak olan Yönetim Kurulu yaptığı görev dağılımında;  Hıdır Çak Şube Başkanlığı görevini üstlendi; Mazlum Sevincek Sekreter Üye, Munise Şen Altuntaş Sayman Üye, Hava Basit, Anıl Kılınç, Ahmet Berdan Dinçyürek ve Recai Ünsal Ekinci Yönetim Kurulu üyeleri olarak yer aldı. 25. Dönemde Şube Başkanı olarak sorumluluk üstlenen Hıdır Çak, Yönetim Kurulu üyesi arkadaşlarıyla birlikte üzerlerine düşen tüm sorumlulukları yerine getirmeye hazır olduklarını ve 25. Dönem çalışmalarını örgütlemeye başladıklarını ifade etti. Hıdır Çak meslek alanlarına ve kente dair konularda hassasiyetle ve kapsamlı bir çalışma yürüteceklerini ifade ederek;  25. Dönem Yönetim Kurulu olarak özellikle deprem, imar, ulaşım, riskli yapı süreçleri gibi mesleklerini yakından ilgilendiren konularda yapacakları araştırmaların, önerilerin geniş kesimlere ulaşmasını sağlamak üzere çalışmalarını programlamaya başladıklarını söyledi. Çak; İMO Adana Şubesinin tüm dönemlerde olduğu gibi mesleki yetkinliği artırmak ve toplumsal yarar anlayışından taviz vermeyeceğini belirterek; bilim ve tekniğin en önemli yol göstericileri olacağını da kaydetti. İMO Adana Şube Yönetim Kurulu yedek üyeleri ise Melike Yıldırım, Ejder Toksuk, Süleyman Esen, Nilüfer Abbasi Yergök,  Uğur Öderoldu, Yekda Murat Çakıroğlu ve Mehmet Emin Yüksekkaya’dan oluştu.

Muhcu, “1 yıl geçmesine rağmen ülke genelinde afetin etkileri devam etmektedir” Haber

Muhcu, “1 yıl geçmesine rağmen ülke genelinde afetin etkileri devam etmektedir”

Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu, Adana’da depremin 1. yıl dönümü dolayısıyla bir otelde açıklama gerçekleştirdi. Açıklamayı TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu yaptı. 6 Şubat 2023 tarihinde ve ardından 20 Şubat 2023’te yaşanan; büyüklüğü, etkilediği alanın genişliği, sebep olduğu yıkım ve kayıplarla ülkemizin son yüzyılda yaşadığı en büyük afetlerden olan Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından bir yılın geçtiğine değinen TMMOB Mimarlar Odası Genel Başkanı Eyüp Muhcu, depremlerde 11 ilde yaşayan yaklaşık 14 milyon yurttaşın etkilendiğini, 50 binin üzerinde kişinin de hayatını kaybettiğini hatırlattı. Muhcu, “Mimarlar Odası olarak afetlerde kaybettiğimiz yurttaşlarımızı saygıyla anıyor; yaraların bir an önce sarılmasını diliyoruz. Mimarlar Odası tarafından, depremlerin olduğu ilk günden itibaren bölgede afet sonrası müdahale ve tespit, iyileştirme süreçleriyle ilgili çalışmalar başlatılmıştır. Bölgede iki kez yerinde yapılan çalışmalar ve teknik incelemelerin ardından yürütülen değerlendirme ve araştırmalar ışığında hazırlanan iki rapor kamuoyu ve meslek ortamıyla paylaşılmıştır” dedi. “MİMARLAR ODASI 6 ŞUBAT 2023 DEPREMLERİ ÜÇÜNCÜ RAPORU HAZIRLIKLARI SÜRDÜRÜLMEKTEDİR” “Depremlerin birinci yılında; afetlere karşı sağlam, sağlıklı ve güvenli kentleşme ve yapılı çevre üretimin sağlanması; kültürel, tarihî ve mimari mirasın korunarak gelecek nesillere aktarılması amacıyla Mimarlar Odası 6 Şubat 2023 Depremleri Üçüncü Raporu hazırlıkları sürdürülmektedir” diyen Muhcu, bu çalışmalarla kamu ve toplum yararı doğrultusunda kentleşme ve afet politikalarının geliştirilmesi hedeflediklerini belirtti. “DEPREMLERİN YOL AÇTIĞI BÜYÜK İÇ GÖÇ HAREKETLİLİĞİ, AFET BÖLGESİNDEN FARKLI KENTLERE YER DEĞİŞTİRME HAREKETLERİNİN ETKİLERİ SÜRMEKTEDİR” Mimarlar Odasınca yürütülen çalışmalar kapsamında afet yönetimi, acil ve geçici barınma, yerleşim alanları, enkaz kaldırma ve döküm sahaları, kalıcı konut ve yeni yapılaşma süreçleri, kültür varlıkları ve mimari miras öncelikli olmak üzere bölgede inceleme ve değerlendirmeler yaptıklarını kaydeden Muhcu, açıklamasını şöyle sürdürdü: “Bir yıl tamamlanırken hem afet bölgesinde hem de ülke genelinde afetin doğrudan ve dolaylı etkileri devam etmektedir. Geçici barınma, temel alt ve üstyapı, kalıcı konut, yıkım ve enkaz kaldırma, güçlendirme ve onarım, kentlerin yeniden inşasına yönelik süreçler sürdürülmekte ancak bölgede olağanüstü koşullar devam etmektedir. Depremlerin yol açtığı büyük iç göç hareketliliği, afet bölgesinden farklı kentlere yer değiştirme hareketlerinin etkileri sürmektedir. Kentsel ve kırsal yapı stokunun aldığı ağır hasar, özel ve kamusal alanlarda yaşanan yıkımın boyutu nedeniyle kentlerimizde beslenme, barınma, temizlik, sağlık ve eğitim gibi hizmetlerinin ve donanımların sağlandığı geçici barınma yerleşimlerine ihtiyaç ortaya çıkmıştır. Konut yapılarında, okul, hastane gibi resmi kurum yapılarında yaşanan yıkım; kamusal hizmetlerin, toplumsal, sosyal ve ekonomik yaşamın durmasına yol açmıştır. Yaşanan büyük can kayıplarının dışında yüzlerce yurttaşımız fiziksel ve duyusal yetilerinde çeşitli düzeylerde kayıplar yaşayarak engelli kalmıştır.” “GEÇİCİ BARINMA ALANLARINDA EŞİTSİZLİK ARTMIŞTIR” Bölgede ve ülke genelinde çok sayıda ailenin hayatını derinden etkileyen, yakınlarını kaybetmesine ve evsiz kalmasına neden olan depremin sadece fiziksel değil psikolojik sorunları da beraberinde getirdiğini aktaran Muhcu, “Afetten etkilenen yurttaşlar yaşanan travma nedeniyle topluma diğer bireyler ile birlikte eşit koşullarda tam ve etkin katılımı kısıtlanmıştır. Geçici barınma alanlarında eşitsizlik artmış; özellikle çocuklarımızın eğitim ve öğrenim hakkı başta olmak üzere, kadınların, engelli ve ileri yaştaki yurttaşların sağlık, haberleşme ve ulaşım, eğitim gibi temel kamusal hizmetlere erişimi daha da zorlaşmıştır. Sosyal ve kültürel ihtiyaçlar yeterince karşılanamaması; sosyalleşme olanakları kısıtlanması yaşam koşullarını zorlaştırmaktadır. Kadınların uğradığı toplumsal baskı ve şiddetin görünürlüğü eşitsiz yapılaşma şartlarında azalmış; kadınlar afetler karşısında güvencesiz kalmıştır” şeklinde konuştu. “DEPREMZEDELER İKLİM VE MEVSİMSEL KOŞULLARA, DIŞ ETKENLERE KARŞI SAVUNMASIZ KALDILAR” Başkan Muhcu, depremlerin neden olduğu kayıpların yanı sıra sosyal, kültürel, ekonomik ve yapılı çevrede neden olduğu zararın bilançosunun henüz kesin olarak hesaplanamadığını bildirdi ve yaşamsal ihtiyaçların karşılanmasından yeniden yapım çalışmalarına afet sonrası sürecin yönetiminde yetersizliklerin ve koordinasyon eksikliklerinin devam edildiğini vurguladı. Muhcu, bölgede yapılan incelemeler ve derlenen verilere göre geçen 1 yılın ardından depremden en çok hasar gören Adıyaman, Hatay, Kahramanmaraş ve Malatya’da şunların tespit edildiğini sıraladı: -Afet sonrası ilk aşama acil barınma çadır ve benzeri ünitelerinin kullanımlarının kısmen devam ettiği, -Konteyner ve prefabrik yapılarla oluşturulan geçici barınma alanlarının, yerleşim planları ve fiziksel nitelikleri nedeniyle; -İklim ve mevsimsel koşullara, dış etkenlere karşı savunmasız oldukları, -Hane halklarına yeterli yaşam alanı sağlayamadığı ve mekânsal ihtiyaçlara cevap veremediği, -Yangın, bulaşıcı hastalık vb risklerin artmasına neden olduğu; geçen sürede fırtına ve aşırı yağışlar, yangınlar nedeniyle can kayıpları yaşandığı, -Temizlik, kişisel hijyen, ısınma ve soğutma olanağı sağlanamadığı, Bu alanlarda temel altyapı, sosyal ve kültürel olanaklar ile eğitim ve sağlık hizmetlerinde eksiklik ve yetersizliklerin devam ettiği; bazı alanlarda yalnızca barınma ihtiyacının karşılanabildiği, -Mevcut yapı stokundaki hasar tespit çalışmalarının ardından; -İtiraz süreçlerinin ve ağır hasarlı yapı yıkım süreçlerinin devam ettiği, -Orta ve az hasarlı yapılardan güçlendirme projelendirme ve uygulama süreçlerine yeni başlandığı, -Adıyaman ve Hatay başta olmak üzere kentsel yerleşim alanlarında hasar gören su, enerji, ulaşım gibi zorunlu ve gerekli altyapının büyük bir kısmının yeniden yapımına ihtiyaç duyulduğu ancak bir yılın sonunda onarımlara yeni başlandığı, -Adıyaman, Hatay ve Malatya’da kent merkezlerinde rezerv ve riskli alan ilanlarının yapıldığı; yeni kentsel gelişim alanlarında Türkiye Tasarım Vakfı,  Kentin Mimarları gibi oluşum ve şirketler tarafından ulusal ve uluslararası ölçekte işbirlikleri ile proje ve uygulama çalışmalarının yürütüldüğü, -Kalıcı konut alanlarında yapım sürecinin sürdüğü; ancak çok az sayıda konutun tamamlandığı ve yetersiz sayıdaki kalıcı konut inşaatlarının ortalama %50 seviyesinde olduğu ve yapımın en az bir yıl daha süreceği, -Yeni kentsel gelişim alanlarında ve kalıcı konut üretim sürecinde; kamu kaynaklarının kamu ihale mevzuatından muaf kılınan yapım işi ihaleleriyle iktidara yakın belirli gruplara dağıtıldığı, -Depremden etkilenen yurttaşların; hasar tespit, bilirkişi incelemeleri, hak sahipliği ve kendi imkanları ile yeniden yapım sürecine dair bilgilendirilmedikleri, -Yıkım, enkaz kaldırma ve döküm süreçlerinin kısmen tamamlanarak ayrıştırma işlemlerinin yapıldığı ancak yıkım çalışmalarında ve döküm sahalarında gerekli önlemlerin alınmadığı ve tehlikeli kimyasalların ve tozların havaya, suya ve toprağa karıştığı, -Hasar gören yerel üretim sistemlerinin, sanayi ve işyerlerinin bir kısmının yeniden faaliyete başladığı ancak yetersiz olduğu; kentlerdeki ekonomik yaşamın kalıcı konut inşaatları ve tadilatlara yöneldiği, -Merkezi ve yerel yönetimlerce afet risklerine, afet öncesi hazırlıklara ve sonrası sürecin yönetimine yönelik çalışmalara hemen hemen hiç başlanmadığı, -Bölgede iç göç, zorunlu yer değiştirme ve geri dönüş süreçlerinde; -Başta Malatya ve Hatay olmak üzere şehir merkezlerinden ve kentsel alanlardan kırsal alanlara ve ilçelere göç yaşandığı, -Göç ederek ayrılan yurttaşların geri dönüş oranının azaldığı ve ülke içinde Adana, Ankara, Antalya, İstanbul, Konya, Mersin ve Trabzon gibi illere yerleştikleri, -Depremden etkilenen ailelerin ve hane halklarının parçalandığı; bir kısmının göç ederken bir kısmının bölgede kaldığı ve farklı şehirlerde ortak yaşam oluşturmaya çalıştıkları tespit edilmiştir. “AFETLERDE HASAR GÖRMÜŞ YAPILARDA YURTTAŞLARIN CAN VE MAL GÜVENLİĞİ BİR KEZ DAHA TEHLİKEYE ATILMAKTADIR” Başkan Muhcu, son olarak geçmişte çıkarılan imar aflarıyla ilgili de konuştu ve imar afları nedeniyle binlerce yurttaşın hayatını kaybettiğini belirtti, konuşmasına şu cümlelerle son verdi: “Planlı Alanlar İmar Yönetmeliğinde yapılan değişiklikle güçlendirme projeleri için yapı ruhsatı şartı kaldırılmış; yapı güvenliği olmayan, planlama, mimarlık ve mühendislik süreçlerinden geçmemiş ve afetlerde hasar görmüş yapılarda yurttaşların can ve mal güvenliği bir kez daha tehlikeye atılmaktadır. Yakın dönemde ardı ardına yaşanan depremler; kentsel ve kırsal alanda bütüncül planlama ilkelerini reddeden anlayışın, kentlerimizi her türlü afete karşı zayıf, güvencesiz ve risk altında bıraktığını gözler önüne sermiştir.”

6 Şubat depreminin 1. yılında İMO'dan açıklama Haber

6 Şubat depreminin 1. yılında İMO'dan açıklama

TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası 6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremlerin 1. yılına dair açıklama gerçekleştirdi. Açıklama İnşaat Mühendisleri Odası Adana Şubesi’nde yapıldı. Çok sayıda kişinin katıldığı açıklamada konuşmayı İMO Adana Şube Başkanı Hasan Aksungur yaptı. Aksungur, “Resmi verilere göre 50 binden fazla insanımızı yitirdiğimiz, yaklaşık 40 bin binanın yıkıldığı, 200 binden fazla binanın ise ağır hasar aldığı 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki 6 Şubat 2023 Depremlerinin üzerinden 1 yıl geçti” dedi. Şüphesiz 6 Şubat depremlerinin büyüklüğü, şiddeti, yıkıcılığı ve ivmeleri açısından yer bilimcilerin ve sismologların da beklentisini aşan depremler olduğunu bildirdi ve “Oldukça geniş bir coğrafyada etkili olan, can ve mal kaybının bu kadar büyük olduğu 6 Şubat depremlerinin, toplumsal bir travma olarak uzun yıllar etkisini sürdüreceği de bir gerçektir” şeklinde konuştu. Geride kalan 1 yıla dönüp bakıldığında ne yazık ki geleceğe umutla bakmamızı sağlayacak ciddi bir çalışmanın yapılmadığını kaydeden Başkan Aksungur, “Şubat 2023 Depremlerinin tarihimizin en büyük depremlerinden biri olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Bu kadar büyük ve yaygın depremler karşısında kayıpları sıfıra indirmek belki mümkün olmayabilirdi fakat ortaya çıkan yıkımın ve kayıpların böylesi dehşet verici seviyelerde olmasının önüne geçmek pekâlâ mümkündü. Dünyada her yıl ortalama olarak Richter ölçeğine göre 7.0 ve üzeri 19 deprem olmaktadır. Ancak bunlardan sadece bazılarının yıkıcı etkisi olmaktadır. Bu etki depremin niteliğinden çok gerçekleştiği bölgedeki yaşam alanlarının maalesef kırılganlığından kaynaklanmaktadır. Ülkemiz ise yaşam alanlarının kırılganlığı açısından dünyada en olumsuz örneklerden birini oluşturmaktadır. Çünkü ülkemiz ortalama olarak her 1,5 yılda yıkıcı sonuçları olan depremleri yaşamasına rağmen bir türlü gerekli adımlar atılmamaktadır” cümlelerini kullandı. “ŞUBAT 2023 DEPREMLERİNİN BÜYÜKLÜĞÜ BAHANE EDİLEREK YÜZBİNLERCE KONUTUN YIKIMI VEYA AĞIR HASARLI HALE GELMESİ İLAHİ TAKDİRLE İZAH EDİLMİŞTİR” Marmara depremlerinden bu yana geçen 24 yıllık zaman diliminde atılan adımların son derece zayıf kaldığını söyleyen Aksungur, konuşmasının devamında şunları aktardı: “Son yıllarda Elazığ ve İzmir’de meydana gelen göreli olarak sınırlı depremlerde bile ortaya çıkan yıkımın boyutları adeta birer uyarı niteliğinde olmasına rağmen depreme hazırlık konusunda zafiyetler görmezden gelinmiş, sonuçta Şubat 2023 Depremlerinin büyüklüğü bahane edilerek yüzbinlerce konutun yıkımı veya ağır hasarlı hale gelmesi ilahi takdirle izah edilmiştir. Afet sonrası arama-kurtarma, yardım ulaştırma, beslenme ve acil barınma ihtiyaçlarını karşılama çalışmalarında kamu gücünün sınıfta kaldığı, geçmiş depremlerden ders alınmadığı tüm kamuoyunun malumudur. Yurttaşlarımızın dayanışma bilinci ve gönüllü çalışmalarının büyük katkısıyla depremin ilk elden yaralarının sarılması konusunda eksiklikler giderilmeye çalışılmış olsa da afete müdahalenin devamındaki aşamalarında da kriz yönetilememiştir. Geçici yerleşim alanlarının kurulması, enkaz kaldırma işlemleri, ulaşım, elektrik, su, kanalizasyon, haberleşme gibi altyapı hizmetleri, depremin üzerinden aylar geçmesine rağmen sağlanamamıştır. Depremlerin 1. yılını geride bırakırken depremin en çok etkilediği Antakya başta olmak üzere deprem bölgesinde barınma, beslenme, sağlık, hijyen, içme suyu, eğitim gibi en temel insani ihtiyaçlara yönelik sorunlar hala devam etmektedir. Yıkılmayı bekleyen ağır hasarlı yapılar insan hayatını tehlikeye sokmaya devam ederken, kontrolsüz bir şekilde yürütülen enkaz kaldırma işlemleri çevreye ve insan sağlığına zararlar vermekte, enkaz toplama alanları ise içme suyu kaynaklarını kirletmesi bakımından ciddi riskler oluşturmaktadır.” “SON 1 YILDA TOKİ TARAFINDAN İHALESİ YAPILMIŞ KONUT MİKTARI İSE TOPLAMDA 108.936 ADETTİR” Afet sonrası yapılması planlanan konutlarla da ilgili konuşan Aksungur, “İktidarın deprem sonrası kentlerin yeniden ayağa kaldırılması, hayatın normale döndürülmesi doğrultusunda 319 binini 1 yıl içerisinde teslim etmek kaydıyla 650 bin konutun yapılacağı yönündeki beyanlarının oldukça gerisinde kaldıkları görülmektedir. Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının hasar tespit raporlarına ve TOKİ’nin resmi internet sitesinde yayınlanan bilgilere göre; orta ve hafif hasarlı yapılar hariç olmak üzere, deprem bölgesindeki 11 il kapsamında yıkılan veya yıkılacak olan (konut, işyeri vb. dahil olmak üzere) toplam 674.416 bağımsız bölüm bulunmaktadır. Siyasi yetkililerin 650 bin konut yapılacağına dair ifadeleri bu ihtiyaca yöneliktir. Son 1 yılda TOKİ tarafından ihalesi yapılmış konut miktarı ise toplamda 108.936 adettir. Bu ihalelerin toplam bedeli 203.973.988.559,00 Türk Lirasıdır. Bunlardan bir kısmının inşasına henüz hiç başlanmamış olmakla birlikte, tamamlanma oranı %70’in üzerinde olan konut sayısı 25.119 adettir. Yani kısa vadede bitirilip teslim edilebilecek konut miktarı TOKİ verilerine göre 25 bin civarındadır. Bu durum siyasilerin geçen yıl verdikleri sözlerin veya ortaya koydukları hedefin ancak %8’ine tekabül etmektedir” dedi. “SAĞLIKLI VE GÜVENLİ BİR YUVAYA SAHİP OLMAK PLANLI VE DENETİMLİ BİR YAPILAŞMAYI GEREKTİRİR” Kalıcı konutların bir an önce yapılıp teslim edilmesinin bölgede hayatın normale dönmesi açısından önemine vurgu yapan Aksungur, ancak bu çalışmaların yeterli olmadığının altını çizdi. Aksungur, açıklamasının devamında şu cümleleri kullandı: “Sorun sadece insanların başını sokacakları bir çatıya sahip olmaları değildir. Sağlıklı ve güvenli bir yuvaya sahip olmak planlı ve denetimli bir yapılaşmayı gerektirir. Yer seçimi yanlışlıklarından, sorunlu imalatlara kadar pek çok konu geçtiğimiz aylarda kamuoyunun dikkatini çekmiştir. Bu durum denetim ve planlama hizmetlerinin yeterince yapılamadığı kuşkusunu doğurmaktadır. Bir yapının deprem karşısında ayakta kalması gerekli şarttır fakat yeterli şart değildir. Bir yapı, mekanik ve elektrik tesisatlarından yalıtımlarına, kapısı-penceresinden mutfağına, çevre düzenlemesinden peyzajına kadar pek çok unsur ile sağlıklı bir yapı niteliğine bürünür. Bunlar için de nitelikli malzeme ve işçilik gerekir. Teslim edilecek her konut eksiksiz ve nitelikli olarak bu unsurları içermek zorundadır.” “SAĞLAM, KARARLI VE İSTİKRARLI BİR SİYASİ İRADE İLE KAMUNUN İHTİYAÇ VE MENFAATLERİNİ GÖZETEN, MESELELERE BÜTÜNCÜL VE BİLİMSEL BAKABİLEN POLİTİK BİR ANLAYIŞA İHTİYAÇ VAR” Kamu binalarında da aynı sorunlar olduğunu kaydeden Aksungur, 530 bin civarında olduğu tahmin edilen kamu binalarının envanterinin çıkarılamadığını, başta; okullar, hastaneler, yurtlar, hizmet binaları, spor tesisleri ve diğer tüm kamu binalarının deprem güvenliklerinin belirsiz olduğunu söyledi. Yapılması gerekenin mevcut yapı stokumuzdaki riskleri tespit edip yenilemek veya güçlendirmek ve ayrıca yeni bir yapılaşma düzeni getirmek olduğuna vurgu yapan Aksungur, sonuç olarak şunları dile getirdi: “- 6 Şubat Depremleri coğrafyamızın tanık olduğu ilk büyük deprem olmadığı gibi son da olmayacaktır. Ne zaman nerede büyük bir depremin meydana geleceği bilinmemekle birlikte felakete dönüşmesini önlemek için ivedilikle hayata geçirilmesi gerekenler bellidir. - Öncelikle sağlam, kararlı ve istikrarlı bir siyasi irade ile kamunun ihtiyaç ve menfaatlerini gözeten, meselelere bütüncül ve bilimsel bakabilen politik bir anlayışa ihtiyaç vardır.   - Afetlere hazırlık çalışmaları kaynak ve zaman gerektiren uzun soluklu çalışmalardır. Yani siyasi kadroların ihtiyaç duyduğu ve kendi dönemlerinde yapıp bitirebilecekleri gösterişli yapılar/faaliyetler olma özelliğine sahip değildir. Dolayısıyla gerek merkezi, gerekse yerel yöneticilerin esnetip gevşetemeyeceği yasal düzenlemeler yapılmalı, kaynakların doğru ve yerinde kullanımı için önlemler alınmalı, aksine davranışların hukuki ve cezai yaptırımları olmalıdır. - Rant odaklı imar düzeni ile yapılaşmada kuralsızlığın ve cezasızlığın hakim olması kaçak yapılaşmanın önünü açmakta bunun sonucunda da imar afları zorunlu hale gelmektedir. Unutulmamalıdır ki, yozlaşma kültürü büyükten başlayıp küçüğe doğru yayılmaktadır. Sermaye gruplarının, “güçlü” kesimlerin inşaatlarına göz yumup tam tersine özel düzenlemelerle hukukileştirmeye çalışılması toplumun geneline emsal teşkil etmektedir. İmarda kural kuraldır. Merkezi ya da yerel siyasi/iktisadi aktörlerin çıkarlarına göre delinmemelidir. - Ülkedeki riskli yapı stoku belirlenmeli, yapı envanteri çıkarılarak belirli bir risk sırası ile tüm binaların deprem güvenliğinin belirlenmesi zorunlu hale getirilmelidir. - Kentsel dönüşümde kamu yararı gözetilmeli, rant odaklı kentsel dönüşüm anlayışı terk edilmelidir. Dönüşüm sosyal, ekonomik ve mekânsal gelişmenin bir bütünü olarak ele alınmalıdır. - Yetkin mühendislik uygulaması muhakkak hayata geçirilmelidir. İnşaat mühendisliğinin ilgi alanına giren konularda halkın güvenli yaşam hakkının korunması ve mühendisliğin gerekliliklerinin yerine getirilmesi amacıyla bilgili, deneyimli ve etik kurallara bağlı mühendisler eliyle yapılabilmesi için, meslek kuruluşlarının sorumluluğunda yetkin mühendislik uygulamasına geçilmelidir. - Mevcut Yapı Denetim Yasası’nın öngördüğü, ticari yanı ağır basan yapı denetim şirketi modeli yerine; mesleğinde yetkin yapı denetçilerinin faaliyetlerine dayalı, meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir model hayata geçirilmelidir. Proje denetimi ve yapı denetimi birbirinden ayrılmalı, Proje Denetimi doğrudan kamu tarafında ve yetkin mühendisler eliyle yapılmalı, Yapı Denetim Kuruluşları ve Laboratuvarları doğrudan kamuya karşı sorumlu olmalı ve onun denetiminde çalışmalıdır.”

TMMOB Adana İKK, 5. Adana Kent Sorunları Sempozyumunun sonuç bildirgesini açıkladı Haber

TMMOB Adana İKK, 5. Adana Kent Sorunları Sempozyumunun sonuç bildirgesini açıkladı

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Adana İl Koordinasyon Kurulu (İKK) tarafından ilki 2008 yılında düzenlenen Kent Sorunları Sempozyumunun beşincisi, ‘’KENT ve AFET’’ temasıyla 17-18 Kasım 2023 tarihinde gerçekleştirildi. Sempozyum; “Deprem nedeniyle Hukuki Sorumluluklar ve Yargılamada Karşılaşılan Sorunlar”  başlıklı konferans ile başlamıştır. İki gün süresince 15 bildirinin sunulduğu “Kent ve Afet”,  “Afetlerde Zemin Etkisi ve Tarım”, “Gıda Güvenliği, Halk Sağlığı ve Toplumsal Normlar”, “Çevre, İklim Değişikliği ve Enerji” başlıklı 4 oturum ile “Afette Kamusal Hizmetler ve Sivil Toplum” Paneli ve “Enerji Politikalarının Genel Değerlendirilmesi” konferansı gerçekleştirilmiştir. Sempozyum, 2. günün sonunda düzenlenen, katılımcıların görüş ve düşüncelerini paylaşma olanağı bulduğu Forum ile sonlandırılmıştır. 5. Adana Kent Sorunları sempozyumunun sonuç bildirgesini İMO Adana Şube binasında yaptığı basın toplantısında açıklayan TMMOB Adana İKK Sekreteri Ahmet Uncu; Sempozyumların, Adana kentlisi için hayati önem taşıyan, kentin sorunlarının tartışıldığı, çözüm yollarının arandığı, kent yöneticilerin katıldığı, sorunların ortaklaştırıldığı bilimsel şölenler olduğunu; ancak ne yazıktır ki geçmişte olduğu gibi bu sempozyuma da yöneticilerin ilgisiz kaldığını söyledi. Uncu tarafından açıklanan Sempozyum sonuç bildirgesinde şu ifadeler yer aldı: “6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremler ve sonrasında yaşananlar nedeniyle 5. Adana Kent Sorunları Sempozyumumuzun teması “Kent ve Afet” olarak belirlenmiştir. Bu kapsamda Sempozyumda; Deprem, kuraklık, sel, taşkın, çığ, heyelan ve fırtınalar “doğal olaylar” olup dünya durdukça gerçekleşmeye devam edecektir. Bu doğa olaylarının çoğunun afete dönüşmesinin nedeninin; plansız ve çarpık kentleşme,  tarım ve orman alanlarımızın, meralarımızın, su havzalarımızın, kıyılarımızın tahrip edilmesi, rant politikaları nedeniyle merkezi ve yerel yönetimlerin gerekli yatırımlardan kaçınması sonucunda olduğu, Bilime, teknolojiye ve mühendisliğe dayanmayan kentleşme sonucunda doğa olaylarının sıklıkla afete dönüştüğü, afete hazırlıklı olma konusunda gerek merkezi ve gerekse yerel kamu kurumlarının yetersiz ve hazırlıksız olduğu, hâlâ belirsizliklerin devam ettiği, toplumsal sorunların arttığı, Bütüncül bir afet yönetimi politikasının geliştirilememesi sonucunda doğal olayların afete dönüştüğü bir gerçek iken; geçici, palyatif önlemlerle yapılmaya çalışılan “yara sarma” politikalarının sorunları çözemediği, Afet yönetim süreçlerinin çok yönlü olması nedeniyle, farklı meslek disiplinlerinin işbirliğini zorunlu kıldığı, Bu işbirliğinin sadece mühendislik, mimarlık, şehir plancılığı ile sınırlı kalmaması, arama kurtarma hizmetlerinden halk sağlığına, eğitim politikalarından sosyal hizmetlere kadar uzanan kurumsal, hukuki ve yapısal düzenlemeleri de içerecek şekilde bütünlüklü bir yaklaşımı kapsamasının zorunlu olduğu vurgulanmıştır. Sempozyumda ayrıca; Deprem sonrası ortaya çıkan hukuki sorunlar ele alınmış, gerek hasarlı bina sahiplerinin ve gerekse diğer mağduriyetlerin giderilmesinin hukuki yolları bağlamında bilgilendirmeler yapılmıştır. Bunun yanı sıra bildirileri ile katkıda bulunan bilim insanlarınca yapılan sunumlarda; deprem öncesinde ilgili simülasyonların yeterince yapılmadığının depremden yaklaşık 9 ay geçmesine rağmen merkezi ve yerel yönetimler tarafından ortaya konan durumdan anlaşıldığı belirtilerek, kentlerde yapı stoku özelliklerinin belirlenmesi ve “Deprem (Afet) Master Planı”nın oluşturulması gerekliliği vurgulanmıştır. Afet yönetimi konusunda yerel ve genel yönetimlerin katkıları ve çalışmaları eksiktir. Çağdaş anlamda bir yapılaşma ve dirençli kent oluşturmak için bilimsel verilere dayalı, jeolojik özelliklerin de dikkate alındığı konular çok tartışılmıştır. Ayrıca kentteki yapı stokundaki depremsellik riskinin belirlenmesi, yapı stokunun depreme karşı durumunun incelenmesi; ilgili meslek odaları ile birlikte yapıların kayıt altına alınması istenmiştir. Adana ve çevresinde bulunan fayların konumları, deprem üretme potansiyelleri ile deprem sonrası diri fay haritasında bulunmayan deprem üretebilecek yeni fay hatlarının ortaya çıktığı ve bunların detaylı araştırılması, sismik risklerin belirlenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Adana şehir merkezinin zemin özellikleri, zemin davranışları, sıvılaşma potansiyeli ortaya konulmuştur. Tarım alanlarının korunmasının önemli olduğu, sanayi, termik santraller, kimya ihtisas alanları gibi yatırımların doğal kaynaklara zarar vermeyecek yerlere yönlendirilmesi gerekliliği ifade edilmiştir.  İklim değişikliğinin neden olduğu şiddetli meteorolojik olayların oluşturduğu taşkınlardan korunmak, yaşanacak kuraklığa karşı tarım politikalarını yeniden oluşturmak,  su yönetim süreçlerinin bu yeni duruma göre yapılandırılmasını sağlamak, ayrıca küresel ısınmaya bağlı olarak hızla eriyen buzulların denizlerde,  yaratacağı yükselmeleri göz önünde bulundurarak deniz kıyısındaki yerleşimlerin geleceğini belirlemek gerektiği bildirilmiştir. Pandemi, küresel ısınma ve iklim değişiklikleri ile birlikte, kaynakların eşit ve adil paylaşılmaması nedeniyle gıda fiyatlarındaki artışların özellikle dar gelirli toplum kesiminin yeterli beslenmesinin önünde ciddi engeller oluşturduğu belirtilmiş, toprak ve su kaynaklarına daha iyi sahip çıkılması ve sürdürülebilir yaşamdan yana politikaların biran önce hayata geçirilmesi gerektiği açıklanmıştır. Deprem ve diğer afetlerde gıda güvenliğinin önemi vurgulanmış, 6 Şubat depremlerinde gıda ve beslenme ihtiyaçlarının karşılanması esnasında yapılan yanlış uygulamalar çözüm önerileriyle birlikte ilgililerin dikkatine sunulmuştur.   Enerji alanında piyasacı yasaların yarattığı tahribatın giderilmesini sağlamak için derhal planlı, merkezi  ve kamucu bir enerji politikasının oluşturulması, planlama süreçlerine sektörle ilgili emek ve meslek örgütlerinin ve bilimsel kurumların katılımının sağlanması gerektiği; kesintisiz, kaliteli, ucuz enerji sağlamanın temel yaklaşım haline getirilmesinin önemi vurgulanmıştır. Kentte bulunan meslek örgütleri, üniversiteler ve uzmanlığa dayalı sivil toplum kuruluşlarının tüm karar mekanizmalarına katılımının sağlanması, Meslek Örgütlerinin ve Üniversitelerin bilimsel ve hukuki temellere dayandırarak karşı çıktığı hiçbir projenin yerel yönetimler tarafından hayata geçirilmemesi gerektiğinin altı çizilmiştir. Deprem sürecinde toplanma alanı ve geçici barınma alanı olarak kullanılan yeşil alanlarımızın bütünsellikten uzak oldukları, bu alanlarda yeterli altyapının olmadığı tespitinin yapıldığı, bu durumun yarattığı olumsuzlukların bir daha yaşanmaması için gerekli önlemlerin alınmasının öncelikli görevden sayılmasına dikkat çekilmiştir. Afet tehlikesi ve riski ile afet zararlarının azaltılması konusunda halkın bilgilendirilmesi ve sürekli, etkili ve yaygın eğitim programları ile bilinçlendirilmesinin afet esnası ve sonrası için önemi vurgulanmıştır. TMMOB kente, doğaya, doğru ve bilimsel üretim modellerine, demokratik yönetim anlayışına dair sözünü söylemeyi önceleyen bir kurum olarak doğruları kamuoyuyla paylaşmanın araçlarını oluşturmayı her zaman görev saymıştır. Bu kapsamda ilimizde kongre, panel ve çalıştaylar, 5 kez de Adana Kent Sorunları Sempozyumu düzenlenmiştir. Bilimsel gerçeklerden yola çıkarak üretilen önerilerimiz ve bunların sonuç raporları basın açıklamaları ile kamuoyuna, ilgili kurum ve kuruluşlara iletilmektedir. Ancak bu uyarıların yeteri kadar dikkate alınmadığı açıktır. Temennimiz daha demokratik, bilimden yana, kolektif yönetim anlayışının hayata geçirilmesi ve ne ülkemizde ne de dünyanın hiçbir yerinde gerekli tedbirler hayata geçirilmeden bir diğer afetle karşılaşılmaması yönündedir. Kamuoyuna Saygıyla duyurulur.”

"Bina da güçlendirme yapanlar binanın tüm sorumluluğunu alıyor" Haber

"Bina da güçlendirme yapanlar binanın tüm sorumluluğunu alıyor"

İnşaat Mühendisi Dr. Levent Mazılıgüney, “Binalarda güçlendirme yapan bütün sorumluluğu üstleniyor. Çünkü müdahale yaptığı için daha önce imalatı yapan herkesin sorumluluğu buradan itibaren sıfırlanıyor” dedi. 5.  Adana Kent Sorunları Sempozyumuna katılan İnşaat Mühendisi Dr. Levent Mazılıgüney, deprem, binalar ve bana güçlendirmeleriyle ilgili çarpıcı açıklamalarda bulundu. Mazılıgüney, bina güçlendirmenin, güçlendirmeyi yapanların sorumluluğu tamamen üstlendiği anlamı taşıdığını belirtti. Mazılıgüney, “Binalarda güçlendirme yapan bütün sorumluluğu üstleniyor. Çünkü müdahale yaptığı için önce imalatı yapan herkesin sorumluluğu buradan itibaren sıfırlanıyor” şeklinde konuştu. Her suçla ilgili zaman aşımı sürelerinin olduğuna dikkat çeken Mazılıgüney, “Doksan dokuz depreminde bu durum tatmin etmedi.  Yargıtay'da birtakım içtihatlar çıktı. Aslına bakarsanız kanun boşluğunu ve içtihatlarla doldururum diyor. Tartışmanın sebebi de burada açıklıyor. Yani anayasanın 14 maddesi ve 83. maddesi arasında bir problem var. 14. maddedeki temel hakların sınırlanması ancak kanunla yapılabilir. Ama kanunda olmadığın da yargılayın diyor ki ben bu kanun boşluğunu kendi içtihatlarımla doldurabilirim. Anayasa Mahkemesi bunu yapamazsın diyor. Şimdi tartışmanın hukuki anlamdaki özeti bu. Yargıtay 1999 depremlerinden sonra verdiği şartlarda böyle bir yorumda bulundu. Defter kaynaklı sorumlulukla alakalı bir zaman aşımı süreci net olarak tanımlanmış değildir. Ama zaman aşımının süresi depremin olduğu tarih ve bunu borçlar kanunu anlamında da yani maddi anlamdaki davalar açısından da böyle kabul ettik. Ceza açısından da kabul ettik” diye konuştu. Fiilen zaman aşımı süresi hakkında bilgiler veren Mazılıgüney, “Bu ne demektir? Fiilen artık zaman aşımı süresi ortadan kalktı. Ve bu artık bir yaşta içtihat haline geldi. Yani deprem nedeniyle sorumluluk, insanlara karşı suçlarla neredeyse kabul edildi ve hem Ceza Genel Kurulu, hem de Hukuk Genel Kurulu kararlarıyla artık sabit hale geldiği için kanunla düzeltmekten başka çare kalmadı. Burada bir boşluk var. Ve bu tartışmanın içerisinde bizim yer almamız gerekir. Burada da zaman aşım sürecinin olmaması, fiilen sınırsız olması aslında bana göre şu demek, ortada devlet yok demektir. Bakın bu kadar çok yönetmeliğin değiştiği, bu kadar çok haritanın değiştiği, birçok şeyin değiştiği, devletin denetim, kontrol sorumluluğunun olduğu bir yerde süresiz bir sorumluluktan bahsedilmesini ben doğru bulmuyorum. Bunu da  zaman aşımı amacıyla aykırılık görüyorum” ifadelerini kullandı. Binalarda ki sorumluluklara dikkat çeken Mazılıgüney sözlerini şöyle sürdürdü, “Diyelim ki 1950 senesinde bir bina yapmış olsun, 2023 yılındaki depremle yıkıldığında hala sorumluluğumuz var. Bu sorun hani tek başına sorumlulukla alakalı bir sorun değil. Bunu hepimiz yaşıyoruz. Bu delilleri kim saklayacak? Yani bina yapıldığı zaman ki projeleri, zemin etüdünü bir çok gerekli delil niteliğindeki evrakı kim saklayacak? Bu saklama sorumluluğu  nasıl bireylere yükleniyor.  Böyle de bir problem var. Bu sorunun bireylere yüklenmemesi gerektiği kanaatindeyim. Bir de müsteselli sorumluluk dediğimiz problem var. Ne demek bu? Zincirleme sorumluluk demek. Aslında şu demek. Birden fazla kişi sorumludur. Genelde de mahkeme kararlarında yüzde elli bu sorumluluk belirtmiş. Yüzde 10’u A kişisine, yüzde 25’i B  kişisine, yüzde 5’i  C kişisine şeklinde sorumluluklar dağıldı. Ama devlet diyor ki ben kimde para varsa ondan alırım. Borçlar açısından da öyle. Sonra siz kendi aranızda bu işi çözün. Bakın bir davadan birçok dava çıkıyor ve burada da fiilen ödemek zorunda kalan zararı karşılamak zorunda kalan kişiler kayıtlı çalışan kişiler oluyor. Yani hiçbir şekilde bir kayıtsızlığa mahal vermeden çalışan mühendis ve personel olur. Borçlu yetkili vefat etti. Mirasçılarına geçiyor. Çünkü bu mirasın parçası olan bir borç olarak kabul ediliyor. Yani çok mühendis, mimar meslek taşımız bunu bilmiyor. Bizim mirasçılarımız da bu borçtan sorumlu oluyor.  1985 yılında yapılmış bir binanın sorumlu mühendisleri vefat etti diyelim. Ama çocuklara hayatta. Onlara karşı maddi tazminat davaları açılabiliyor”. Bina güçlendirmesi konularını anlatan Mazılıgüney, “Güçlendirme yapan bütün sorumluluğu üstleniyor. Çünkü müdahale yapmış durumda. Yani önce imalatı yapan herkesin sorumluluğu buradan itibaren sıfırlanıyor. Dolayısıyla güçlendirme gerçekten çok ciddi bir iş. Dünya bankası kriterlerine göre yüzde 40'ı aşıyorsa yeni yapı maliyeti güçlendirmeye izin verilmez. Binanın ömrünü zaten 50 yıl kabul ediyoruz. Dolayısıyla 30 yaşını geçmiş binaların hiç güçlendirme potasına dahi girilmemesi gerekir. Ama sorumluluk böyle sınırsız olduğu içinde düşünülmesi gerekir. Meslektaşlarımız  şunu sordular. Dediler ki biz mesela projeler üzerinde çalışacağız. Biz bu binayı ne olursa olsun, nasıl bir deprem olursa olsun, ayakta kalacak şekilde tasarlamamız mümkün değil. Zaten biz güçlendirmeye çalışıyoruz. Adı üstünde riski düşürüyoruz. Burada en azından güçlendiğimiz risk oranıyla alakalı notlar yazsak nasıl olur? Diye sordular. Ben de dedim ki ben bunu sadece güçlendirme yapanlara da tavsiye etmiyorum. Sıfırdan proje yapanlara da tavsiye ediyorum” dedi. Önerilerini aktardan Mazılıgüney, “Ben şunu öneriyorum. Güçlendirmeyi 0.4G deprem ivmesi için tasarladım. Üzerinde bir ivme için tasarlamadım. Bunu halk bilmez. Depremden sonra ayakta duran birçok yapıyla alakalı hukuk davası açıldı. Bina ayakta kaldı, içinden herkes sağ bir şekilde çıktı. Çoğunda yaralanma da olmadı. Ama yanlış bir bilgi için maalesef yargı dünyamız da bunu bilmediği için bu davaları da kabul ediyorlar. Başvuruları görüyoruz. Çok sayıda tazminat davası açılmış durumda. Sebebi evim neden hasar gördü diye. Binlerce dava var. Özellikle konut binalarını nasıl tasarlıyoruz. Tasarlamış olmak için tasarlamıyoruz. Yönetmeliklere göre değişen hasar oranlarını kabul ediyoruz. Ve bu hasar oranlarına göre aslında bakarsanız benim tanımımla tek kullanımlık tasarım sözleşme konut planları bunlar. Yani bir tasarım oluştuğunda o bina tek kullanımlık olacak. Yani içinden insanlar sağ çıkacak ama hangi defter için tasarım yapılmış? Bir diğer problem performansla alakalı da şimdi yönetmeliğinin bir deprem performansıyla alakalı tanımları var. Bununla beraber Çevre Şehircilik Bakanlığı hasar tespiti yapıyor.  İzmir depreminden sonra yaptı hasar tespitini” diye konuştu. Beklenen üzerinde deprem ivmesine vurgu yapan Mazılıgüney, “Bundan sonraki depremlerde hasar tespitini DASK yapabilir. Ve bir de bilirkişi incelemesi yapılıyor genellikle dava aşamalarında. Şimdi elimizde kaç tane var? Bakın dört tane ayrı değerli. Ve bu dört  değer birbiriyle uyumlu olmuyor. Buda büyük bir problem. Bunları dolayısıyla birbirleriyle eşdeğer hale getirebilmemiz lazım ve bu kadar çok ayrı incelemenin  çok da bir anlamı yok. Bir diğer husus ise tek kullanımlık tasarlıyoruz ama tek kullanımlığı hangi ivmeye göre tasarlıyoruz. Bu depremden sonra ve süregelen başlayan yargılamalarda en çok tartışılan konulardan bir tanesi bu olacak.  Deprem yönetmeliğinin öngördüğünün üzerinde ivme değerleri oluştu. Birçok bölge için söylüyorum. Her bölge için değil ama birçok bölgede bu var. Maraş'tan, Hatay’da özellikle. Hatay için bir çalışma yapmış Hatay şube başkanımız onun sunumundan aldımbunu ve ben bu anlatacağımı. Yaşanan ivmelerle kıyaslamış.  2018 yönetimine göre depremler için beklenen ivmeler AFAD'ın haritasında yer alıyor. Ve oluşan ivmelerle kıyaslanmış. İşaretlenen bütün ivmelerde iki bin on sekiz deprem yönetmeliğinde belirtilenin üzerinden ivmeler var. Ki bu ivmeler 2007’ye göre daha yüksek.  1997 yedi ve2007 yönetmeliklerinde en yüksek  ivme 0.4 dört.  Bu deprem büyüklüğü, oluşan deprem ivmeleri, bir mücbir sebep olarak kabul edilebilir mi, edilemez mi?” şeklinde konuştu. Mücbir sebeplerin yaşanması durumunda ne olacağını dile getiren Mazılıgüney, “Mücbir sebep yani sorumluluğu ortadan kaldıran sebep gibi anlatılabilir. Mücbir sebep için iki tane şartın bir arada olması lazım. Hem öngörülemez, hem de engellenemez olması lazım. Depremin öngörülebilirliğiyle alakalı öngörülemez diyemiyoruz. Ama biz olasılıksal olarak söylemiyoruz. Netice itibariyle bir öngörü. Depremin oluşumunu engelleyemeyiz ama can kaybını engelleyebiliriz. Hukuk dünyası bunu böyle anlamıyor. Yani burada öngörülemez, engellenemez kavramını hem öngörülebilir hem de engellenebilir olarak alınıyor. Can kaybı açısından düşündüğümüz de. Yani depremde can kaybı engellenebilir olarak alınır. İdari sebep olarak kabul ettiği bir yer var  asında. Buda sadece İdare Hukuku.  Peki bu ivmelerin yüksek olması ya da öngörülerin hatalı çıkış olması demek doğru bir ifade değil bu arada. Yeni şeyler öğreniyoruz” ifadelerini kullandı. Mazılı güney sözlerini şöyle tamamladı: “Yargıtay 1999 depreminden sonra bu tartışmaları yapmış aslında. Sonra demiş ki depremin de kusuru var. Bu da doksan dokuz depreminden sonra gündeme gelmiş bir konudur. Her şey uygun olsaydı da bu binada yine deprem nedeniyle bir hasar oluşacaktı. Dolayısıyla bunun dikkate alınması lazım ve kusur oranlarında buna bir pay verilmesi lazım. Hatta bu işte halk arasında deprem kusuru, deprem kusuru diye anlamlıdır. Şu anda da böyle şehir efsanesi olarak işte depreme yüzde doksan kusur verilmiş, yüzde doksan beş kusur vermiş gibi böyle efsane şeklinde şeyler bulunur. Ama doksan dokuz depreminden sonra Yargıtay kararlarına baktığımızda yüzde beşle yüzde kırk arasında değişen kusur oranları var depreme verilmiş. Şimdi sadece Hatay'da üç bine yakın bir inşaat mühendisi meslektaşımız kayıtlı. Toplamda da 2 yüz bini aşan dava sayısından bahsediyoruz. Şu an için artarak devam ediyor bu. Yüz binlerce davadan oluşan bir hani yargılama pratiğinde bu yüzde yirmi çok önemli. Dolayısıyla bu yüzdelerle alakalı meslek örgütlerinin ben müdahil olması gerektiğini yine düşünüyorum. Yani bir tartışma yapılmalı. Ve ivme değerlerine göre mi olur mu? Başka bir şeye göre mi olur? Ama oturup konuşup bir şeyler önermemiz lazım. Bu tartışmayı sadece hukuka bırakacaksak yargı mensuplarına bırakırsak onların elinde çekiç var”.

TMMOB Adana, Kent ve Afet Sempozyumu düzenledi Haber

TMMOB Adana, Kent ve Afet Sempozyumu düzenledi

TMMOB Adana İl Koordinasyon Kurulu (İKK), "Kent ve Afet" ana teması altında düzenlediği 5. Adana Kent Sorunları Sempozyumu'nda kent sorunları, deprem ve depremin ardından ortaya çıkan sorunları ele aldı. Sempozyumun açılış konuşmasını TMMOB Adana İKK Sekreteri Ahmet Uncu gerçekleştirdi. Uncu, 6 Şubat'ta Kahramanmaraş merkezli olarak yaşanan deprem felaketi nedeniyle sempozyumun ana temasını "Kent ve Afet" olarak belirlediklerini ifade etti. Sempozyumun iki gün süreceğini ve 21 konuşmacının, uzmanlık alanlarında görüş ve önerilerini sunacaklarını belirtti. Kentin çeşitli sorunlarına dikkat çeken Uncu, bilim ve teknikten uzak, plansız ve öngörüsüz bir şekilde imara açılan bölgelerin, kaçak yapılaşmanın ve yanlış tarım politikalarının kente zarar verdiğini vurguladı. Kentin sağlıksız yapılarla dolu bir beton yığını haline geldiğini ifade eden Uncu, deprem gerçeğiyle birlikte, bu sağlıksız yapılaşmanın yarattığı ve yaratacağı sorunlara dikkat çekti. TMMOB İkinci Başkanı Selçuk Uluata, konuşmasında ülkedeki gelişmeleri değerlendirdi. Cumhuriyet'in ilanının ülkemiz için önemli bir dönemeç olduğunu ancak zaman içinde cumhuriyetin kurucu değerlerinin tersyüz edildiğini ve ülkenin birçok alanda bağımlı hale geldiğini ifade eden Uluata, deprem coğrafyasında yaşayan bir ülke olarak depreme hazırlıklı olmanın bütünlüklü bir plan, program, devlet yapılanması ve siyasi irade gerektirdiğini belirtti. Sempozyumun ilk gününde çeşitli konularda oturumlar ve paneller düzenlendi. İnşaat Mühendisi/Avukat Dr. Levent Mazılıgüney, 'Deprem Nedeni İle Hukuki Sorumluluklar ve Yargılamada Karşılaşılan Sorunlar' başlıklı sunumu gerçekleştirdi. Ayrıca, 'Afette Kamusal Hizmetler ve Sivil Toplum' başlıklı panelde çeşitli konuşmacılar görüş ve önerilerini paylaştılar. Sempozyumun ikinci gününde ise 'Afetlerde Zemin Etkisi ve Tarım', 'Gıda Güvenliği, Halk Sağlığı ve Toplumsal Normlar', 'Çevre, İklim Değişikliği ve Enerji' başlıklarında oturumlar düzenlendi. Elektrik Mühendisi Musa Çeçen'in 'Enerji Politikalarının Genel Değerlendirilmesi' sunumu ile sempozyumun ikinci günü sona erdi. Katılımcılar, düşüncelerini paylaştıkları Forum bölümüyle sempozyumu tamamladı.

En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.