Her sabah perdeleri aralayıp dışarı baktığımızda gökyüzü maviyse içimiz rahatlar. Oysa artık o maviliğin ardında görünmeyen, sessiz bir düşman var: hava kirliliği.
Gözle göremediğimiz, kokusunu duymadığımız ama her nefeste ciğerlerimize çektiğimiz bir tehlike.
Türkiye’de bugün, Temiz Hava Hakkı Platformu’nun da altını çizdiği gibi, “iyi hava kalitesine sahip tek bir il” bile yok.
İstanbul ve Ankara’da ise “hassas” denilen ama gerçekte sınırda bir kirlilik seviyesi hakim. Artık yaşadığımız şehirler sadece kalabalık değil, nefes alınmaz hale geliyor.
Hava kirliliği bir çevre sorunu değil, bir sağlık krizi. İnce partikül madde PM2.5, her on erken ölümün birinden sorumlu.
Kalp hastalıklarından KOAH’a, diyabetten demansa kadar onlarca hastalığın görünmez tetikçisi.
Bu sadece soluduğumuz hava değil; yaşadığımız, beslendiğimiz, hatta düşündüğümüz hayatı etkileyen bir faktör.
Osmaniye halkı, geçen yıl boyunca yılın yüzde 70’inde sağlıksız hava soludu. Bu, bir ülkenin değil, bir toplumun nefesinin kesilmesi demek.
Biz, “hava kirleniyor” derken aslında her geçen gün sessizce ölen binlerce insanı konuşmuyoruz.
Hava kirliliği, trafik cezaları ya da doğalgaz faturaları kadar gündemimize girmiyor ama en yüksek bedeli bize ödetiyor.
Peki çözüm?
Aslında basit: kirleten öder, denetleyen durmaz. Enerji politikalarında kömüre dayalı sistemler yerine yenilenebilir kaynaklara yönelmek, şehirlerde trafik emisyonlarını azaltmak, fabrikaların bacalarını sadece rakamlarda değil, gerçekte filtrelemek.
Ve en önemlisi, “temiz hava”yı bir çevre politikası değil, bir insan hakkı olarak görmek. Çünkü hava, seçkinlerin değil, hepimizin ortak serveti.
Bir gün çocuklarımız pencereden baktığında gökyüzünü gerçekten mavi görebilecek mi? Bu sorunun cevabı, bugün ne kadar ses çıkardığımıza bağlı.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
“Temiz hava bir lüks değil, yaşam hakkı”
Fatma AKÇAY
Her sabah perdeleri aralayıp dışarı baktığımızda gökyüzü maviyse içimiz rahatlar. Oysa artık o maviliğin ardında görünmeyen, sessiz bir düşman var: hava kirliliği.
Gözle göremediğimiz, kokusunu duymadığımız ama her nefeste ciğerlerimize çektiğimiz bir tehlike.
Türkiye’de bugün, Temiz Hava Hakkı Platformu’nun da altını çizdiği gibi, “iyi hava kalitesine sahip tek bir il” bile yok.
İstanbul ve Ankara’da ise “hassas” denilen ama gerçekte sınırda bir kirlilik seviyesi hakim. Artık yaşadığımız şehirler sadece kalabalık değil, nefes alınmaz hale geliyor.
Hava kirliliği bir çevre sorunu değil, bir sağlık krizi. İnce partikül madde PM2.5, her on erken ölümün birinden sorumlu.
Kalp hastalıklarından KOAH’a, diyabetten demansa kadar onlarca hastalığın görünmez tetikçisi.
Bu sadece soluduğumuz hava değil; yaşadığımız, beslendiğimiz, hatta düşündüğümüz hayatı etkileyen bir faktör.
Osmaniye halkı, geçen yıl boyunca yılın yüzde 70’inde sağlıksız hava soludu. Bu, bir ülkenin değil, bir toplumun nefesinin kesilmesi demek.
Biz, “hava kirleniyor” derken aslında her geçen gün sessizce ölen binlerce insanı konuşmuyoruz.
Hava kirliliği, trafik cezaları ya da doğalgaz faturaları kadar gündemimize girmiyor ama en yüksek bedeli bize ödetiyor.
Peki çözüm?
Aslında basit: kirleten öder, denetleyen durmaz. Enerji politikalarında kömüre dayalı sistemler yerine yenilenebilir kaynaklara yönelmek, şehirlerde trafik emisyonlarını azaltmak, fabrikaların bacalarını sadece rakamlarda değil, gerçekte filtrelemek.
Ve en önemlisi, “temiz hava”yı bir çevre politikası değil, bir insan hakkı olarak görmek. Çünkü hava, seçkinlerin değil, hepimizin ortak serveti.
Bir gün çocuklarımız pencereden baktığında gökyüzünü gerçekten mavi görebilecek mi? Bu sorunun cevabı, bugün ne kadar ses çıkardığımıza bağlı.